Paylaş
Verilen bilgiye göre Türkiye–Katar “tümen taktik karargâhı” Doha’da kurulacak, birliğin komutanı Katarlı bir tümgeneral, yardımcısı da TSK’dan bir tuğgeneral olacak.
Üste 500 ile 600 arasında Türk askeri bulundurulacak.
Anlaşma yapıldığında, bu askeri üssün “ortak düşmanlara karşı” kurulacağı açıklanmıştı, hatırlarsınız.
Katar ile askeri anlaşma yapılmadan önce de Suudi Arabistan ile “çok kapsamlı” bir askeri anlaşma yapılmıştı.
Hükümet bu anlaşmanın askeri boyutunun “danışmanlık-eğitim” ile sınırlı olduğunu açıkladığında Cumhurbaşkanı “hayır” demiş ve “gerekirse” ortak operasyonların da yapılabileceğinin sinyalini vermişti. Bunu da hatırlarsınız.
Aradan bir yıldan fazla bir zaman geçti, şimdi Katar’daki üssün yakında faaliyete geçeceğini de öğrenmiş olduk.
Geçen hafta Suudi Arabistan Savunma Bakanı ve 2. Veliaht Prensi Muhammed Bin Selman, İran’ın “aşırılık yanlısı ideolojisinin hedefinin Suudi Arabistan” olduğunu söyledi ve “Savaşın Suudi Arabistan’a ulaşmasını beklemeden İran sınırları içerisinde gerçekleşmesi için çalışacağız” dedi.
Dün de İran Savunma Bakanı Hüseyin Dehgan buna yanıt verdi ve “Suudiler düşüncesizce bir harekette bulunurlarsa, Mekke ve Medine hariç, tüm krallıkları İran ordusu tarafından yok edilecektir” dedi.
Suudi Arabistan ile İran arasındaki bu tansiyon bir askeri restleşmeye ve çatışmaya dönüşecek olursa, Katar’ın da kendisini bu ateşin içinde bulacağını tahmin etmek zor değil.
Dileyelim ki olmasın ama bu işler dileklerimize de bağlı gelişmiyor, Suriye deneyimimizden bunu biliyoruz artık.
Böyle bir durumda Katar ile “ortak düşmana” karşı savaşa mı gireceğiz? Suudi Arabistan ile “çok kapsamlı askeri anlaşmamızın” bize getireceği olası maliyet, bizimle ilgisi olmayan bir savaşa bulaşmak mı olacak?
“Bölgesel güç olma hevesi”, bize 3 milyon Suriyeli göçmene, neredeyse 10 milyar dolara mal oldu.
Suriye sınırımızdaki PYD ile de nasıl baş edileceği de belli değil.
Şimdi aynı hevesle, bir de alakasız bir savaşın tarafı mı olacağız?
VATANDAŞ BİR AÇIKLAMAYI HAK ETTİ
AVRUPA, 26 Mart günü yaz saati uygulamasına geçti. Böylece merkezi Avrupa ile olan saat farkımız yeniden 1 saate indi.
Biz geçmedik, çünkü zaten yaz saati uygulaması devam ediyordu.
Bu nedenle bütün bir kış boyunca çoluk çocuk hepimiz zifiri karanlıkta yollara düştük.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, yıl boyunca yaz saati uygulamasında kalarak, sadece kamunun kullandığı elektrik enerjisinde 1 milyar TL tasarruf sağlanacağını açıklamıştı.
Yine aynı açıklamaya göre özel sektörün kullandığı elektrik de dikkate alındığında tasarruf 2.5 milyar TL’ye ulaşabilecekti.
Biz ev tüketicileri de 1 milyar liraya yakın tasarruf etmiş olacaktık.
Gerçi aynı bakanlık, daha önce tersini söylüyor, yaz saati uygulamasına hiç geçilmemesinin daha çok tasarruf sağlayacağını söylüyordu ama sonradan fikir değiştirmişlerdi.
26 Mart’ta Avrupa yaz saatine geçtiğinden beri bir açıklama bekliyorum, ama böyle bir açıklama da yapılmadı.
Gerçekten tasarruf sağlandı mı, sağlandıysa ne kadar sağlandı, bilmiyoruz.
Çileyi vatandaşlar çekti ama bakanlık zahmet edip vatandaşı bu çile karşısında ne kazandığı ile ilgili olarak bilgilendirme ihtiyacı duymuyor.
Oysa çağdaş bir demokraside, kamunun bu tür konularda vatandaşa hesap vermesi beklenir.
Tabii “Bırakın çağdaş demokrasiyi filan, o iş Üsküdar’ı geçti” diye düşünülüyorsa orası başka!
BAŞSAĞLIĞI İLANLARI VE GÜL
11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, babasını kaybetti, Allah rahmet eylesin, geride bıraktıklarına sabırlar, ömürler versin.
Bizde önemli kişilerin yakınları öldüğünde gazetelere sayfalar dolusu başsağlığı ilanları verilir.
Normal olarak başsağlığını camiye ya da taziye evine giderek dilemek gerekir ama eğer iktidardaki bir siyasetçinin yakını hayatını kaybederse bir yarış da başlar.
Acıyı paylaşmak bizim geleneklerimizdendir ama yetkili ve etkili bir kişi ya da çok yakını hayatını kaybederse biraz dozunu kaçırırız, bu da bir gerçek.
Herkes kesesine göre uygun büyüklükte bir ilan verir, kimisi tam sayfa, kimisi yarım, kimisi çeyrek.
Mesela Fetullah Gülen’in kardeşi öldüğünde böyle olmuştu. Gazetelerin sayfaları adeta dolup taşmıştı.
Fetullah Gülen’in taziye ilanlarına teşekkür ilanı bile iki tam sayfaydı, hatırlarsınız belki.
Cumhurbaşkanı, annesini kaybettiğinde de daha fazla sayıda ilanlar verildiğini hatırlıyorum.
Abdullah Gül de babasını kaybetti. İki gündür gazete ilanlarına bakıyorum, bir-iki yakın dost dışında kimsenin ilan verip başsağlığı dilediği yok.
Bu bir vefasızlık mıdır, yoksa artık iktidar gücünü elinde bulundurmayan bir siyasetçi ile yakın görünmekten çekinmek midir, bilemiyorum.
Hangisi olursa olsun, toplumumuzun bu tür işlere meraklı kesimleri açısından iyi bir puan sayılmamalı.
SON 24 SAATTE YAŞANANLAR
Paylaş