Paylaş
“Halk şu anda ne diyor? İdam diyor. Biz yöneticilere düşen görev nedir? Halkın bu talebini, hayır, biz sizin bu talebinizi kabul etmiyoruz diyebilir misiniz?”
Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker’in, “Türkiye idam cezasını getirince müzakereler biter” açıklamasına Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu şu yanıtı vermişti:
“Tehditlerine pabuç bırakmayız.”
Cumhurbaşkanı bu konuya daha önce başka bir açı da getirmişti zaten: “Ağırlaştırılmış müebbete mahkûm olanı neden cezaevinde besleyelim?”
Bunu ilk Kenan Evren’den duymuştum, kısmette aynı sözleri bir de “demokrasi” adına duymak varmış!
Milliyet’te Şebnem Hoşgör’ün haberine göre, AKP içinde bir kesim idam cezası getirilmezse AKP’nin oy kaybedeceğini düşünüyormuş, onun için
Avrupa’dan kovulmak pahasına bu cezayı getirmekten yanalarmış!
Bir kesim de bu durumda Abdullah Öcalan’ın ne olacağını sorguluyor ve Öcalan’ın kapsam dışı tutulmasının “sıkıntı” yaratacağını düşünüyormuş.
Gördüğünüz gibi iktidar partisinin derdi, esasen “oy” ile ilgili.
İlkeler, prensipler, Türkiye’nin uzun vadeli çıkarları, Türkiye’nin Avrupa’daki yeri gibi konular gündemlerinde değil.
Türkiye, idam cezasını yasaklayan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) ek protokollerine AKP hükümetleri zamanında imza attı. Bu imzalardan sonra Ceza Kanunu’ndan idam ile ilgili maddeler çıkarıldı.
Şimdi tekrar idam cezası getirmek demek, protokollerden imzayı çekmek demek ki bu zaten AİHS’den de imzayı çekmek demek.
AİHS’de imzan yoksa, Avrupa Konseyi’nde de yerin yok, AB ile görüşüp üye olman da mümkün değil.
Bunu “tehditlere pabuç bırakmayacağını” söyleyen Dışişleri Bakanı bilmiyor olabilir mi?
Bu mümkün değil, o bilmiyorsa bile bakanlık bürokratlarının hepsi bunu bilir.
Ama görüyorsunuz en yetkilisinden başlayarak AKP yöneticilerinde idam cezasını geri getirmek gibi bir istek var.
Bunun iki nedeni olabilir:
1– AKP, Türkiye’nin yolunu artık Avrupa’dan ve AB’den ayırmak istiyor ve bu idam cezasını bir fırsat olarak kullanacak! Türkiye’nin Ortadoğululaştırılması politikasında yeni bir hamle gibi görünüyor.
2– İdam cezası TBMM’ye getirilecek, sonra muhalefet engelliyor denilerek seçim malzemesi yapılacak.
Bu arkadaşların politika yapma biçimlerini artık öğrendiğimize göre doğru yanıt ikincisi olmalı ama birinci ihtimali de göz ardı etmeyin derim.
ULUDERE DE FETULLAHÇILARIN İŞİ MİYDİ?
ENERJİ Bakanı Berat Albayrak, katıldığı televizyon programında Uludere olayının yeniden gündeme getirileceğini düşündüğünü söyledi.
Berat Albayrak, kabinedeki herhangi bir bakan değil.
Erdoğan’ın damadı ve söylediği sözlerin, Başbakan’ın sözleri de dahil olmak üzere öteki bakanlara göre daha bir anlamı olduğunu, olacağını da biliyor olmalı.
Gevezeliğiyle tanınan birisi de olmadığına göre söylediği sözü ciddiye alıyorum.
Hatırlayacaksınız, Uludere’de kaçakçılık yapan vatandaşların üzerine uçaklarla bomba atılmasının nedeni, o grubun terörist olarak değerlendirilmiş olmasıydı.
Daha da önemlisi PKK’nın en üst düzey yetkililerinden birinin de o grubun içinde bulunduğu istihbaratı vardı.
Ve bu bilgiler birleştirilmiş, zamanın Genelkurmay Başkanı’na lojmanında hava saldırısı ile ilgili emir imzalatılmıştı.
O günlerde bu istihbaratın nereden geldiği ile ilgili tartışmaları da hatırlarsınız.
Ancak hükümet ve TBMM işin üzerini örtmüştü, çünkü iş Hakan Fidan’a kadar dayanabilecek bir zafiyete işaret ediyordu.
Şimdi Albayrak bu konuyu ortaya attığına göre, bu işin FETÖ ile ilgili olduğunu mu düşünmeliyiz?
Bu, Fetullahçılar tarafından Hakan Fidan’ı zor duruma sokmak için kurgulanmış ve 34 vatandaşımızın hayatına mal olmuş bir kumpas mıydı?
Bunu ciddiyetle araştırmak gerekiyor.
Ve tabii yine geçmişe dönüyorum: Hükümet o gün bu işi ciddi olarak araştırsa ve Fetullahçı komployu ortaya çıkarsaydı, bu darbe girişimini hiç yaşanmadan atlatabilir miydik? Bu çete, yakayı o zaman ele verebilir miydi?
PARTİZANLIKTAN VAZGEÇİN YETER
İÇİŞLERİ Bakanı Efkan Ala, darbe girişiminde istihbarat zafiyetinden daha çok “sistem zafiyeti” olduğu kanısında.
“Sistem çok ağır bir şekilde çökmüş. Statüko hâkim olmuş. Bir yerde görevden alıyorsunuz ama kurumların içinde ruh gibi dolaşıyorlar” diye anlatıyor.
Bakan’ın sözlerinden anlıyoruz ki sistem değişmezse 5–10 yıl içinde yeni bir kalkışma girişimiyle karşılaşabilmek mümkün.
Bakanın “sistem” dediği şey, daha önce Fetullahçıları belirleyecek ve atamalarını yapmayacakmış.
Eğer böyle olsaymış, yani Bakan’ın sözleriyle “zamanında tedbir alınıp, görevden alınanlar gönderilip yerlerine yenileri gelse” bu girişim de olmayacakmış!
Bakan nerede yaşıyor bilemedim.
Zamanında bu insanları devlet kademeleri içinde terfi ettirenler, ne istedilerse verenler, onlara kefil olanlar kimlerdi?
Bakan Ala yine yanlış yerde duruyor.
Eğer bundan sonra bu tür olayların önüne geçmek istiyorlarsa yapılması gereken şey basit: Tüm devlet kurumlarında, askerde ya da sivilde partizanlık bitirilecek, sadece hak eden, o işin ehli olan insanlar göreve getirilecek.
Yola buradan çıkarsanız, bir tek tarikatın ya da çetenin bütün kadrolara sızmasını önleyebilirsiniz.
Şimdi aynı sorun İçişleri Bakanlığı’nda var. Dokuz ayrı cemaat ve tarikat bu bakanlıkta hâkim olmak için çabalıyor ve siz onlar arasında bir denge kurmaya çalışıyorsunuz.
Yarın bu cemaatlerden birinin de yoldan çıkmayacağından nasıl emin olabiliyorsunuz?
Paylaş