Paylaş
Doğup büyüdüğü, sonra da bir kuş misali uçup gittiği yerlere arada bir geri döndüğünde hayatının en mutlu günlerini de yaşadığını fark ediyor insan.
Neleri kaybettiğini de anlıyor...
Eksik bir şeylerini de...
***
Arada bir her ne kadar geri dönsek de doğup büyüdüğümüz topraklara, her geçen gün biraz daha anlıyoruz ki çocuklukta yaşadığımız mutlu günler geri gelmiyor.
Her şey çocuklukta daha güzelmiş.
Arkadaşlıkları...
Ve menfaatsiz dostlukları...
Yokluğunu paylaşan çocukların büyüdükçe varlığı paylaşamaz hale gelmelerinde en büyük suçlu kim?
Ya da masumiyetin uzağında anlamsızca yaşanan bir yerlere düşüşlerin...
Kimse kendisiyle yüzleşmiyor...
Ve haliyle gerçek suçluyu da hiç kimse bilmeyecek.
***
Caddeleri, sokakları, evleri, parkları değişse de bir şehrin... İçimizdeki
memleket hasreti hiç değişmiyor.
Bizi biz olduğumuz için sevenlere olan hasretimiz de bizle birlikte büyüyor.
“Çocuk gözlerimle gördüm” diyen Attilâ İlhan’a inat etmişiz gibi yaşlı bir gözle hayata bakmaya devam ediyoruz...
Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamaya da...
***
Kaçıp gidercesine geldik büyük şehirlere ama yıllar geçtikçe ve bizler yaş olarak büyüdükçe çoğu zaman çocuk kalmayı öylesine deliler gibi çok aradık ki...
37 yıldan beri İstanbul’dayız.
Lakin İstanbul gibi globalleşemedik.
Oysa İstanbul çoktan globalleşmişti...
***
Bin bir yüzlü insanların arasına karıştıkça...
Duvarlarına çarptıkça...
İhanetlere uğradıkça...
Beş kuruşa satıldıkça...
Kuytu köşelerde vuruldukça...
Ve gerçeklerle karşılaştıkça tanıyabildik hayatı ve içindeki bin bir yüzlü insanlarını...
***
“Tanı bunları, tanı da büyü” diyen Ahmed Arif’i de her geçen gün biraz daha anlasak ve tanısak da ayrıntılarını bilmediğimiz savaşlara taraftar olmaya itildik çoğu zaman...
Kaçtıkça yaşamak zorlaşıyordu.
Tanıdıkça büyüdük ve belki de bir gece yarısında ihtiyarladığımız günler oldu...
Yine de bıkıp usanmadık dik durmaktan.
İnsanoğlunun vahşi yüzüyle tanıştıkça sadece üzüldük biraz daha.
Ve 37 yıl yaşadığımız şehirde öyle acılar biriktirdik ki neresinden başlayacağımızı biz de şaşırdık...
***
Ürperen ışıklarıyla katran gibi kara bir gökyüzünün altında soğuk, ıslak bir rüzgâr esiyor.
Üstümüzdeki gökyüzünün gri bulutlarına benzeyen bin bir yüzlü insanların anlamadığı ve unuttuğu bir gerçek var...
O da 50 yıl sonra hiç kimsenin olmayacağına dair gerçek...
Herkes göçüp gitmiş olacak.
Köylü, işçi ya da soylu da olsa bir gün gidecek...
Sosyal statüsünü ve gücünü eğitiminden alsa da...
Devlet ya da işverenin verdiği konumu güçlü olsa da...
Veya zenginliğinden almış olsa da herkes bir kuş misali göçüp gidecek.
***
Bir çocuğun masumiyeti gibi mezara inebilmektedir asıl büyük mesele...
Ve “baki kalan kubbede hoş bir sada” bırakabilmek...
Büyük şehirlerde makam veya maddi anlamda büyük olmak bir işe yaramıyor...
Yoksa herkesin ruhunu o soğuk rüzgâr bir gün ıslatacak...
Mesele, çocuk gibi kalıp büyük düşünebilmektir...
Paylaş