Paylaş
Bugünden itibaren haftanın üç günü sizlerle birlikteyiz.
Pazartesi, çarşamba ve cumartesi günleri Hürriyet’te yazacağız...
Salı, cuma ve pazar günleri de Milliyet’teki yazılarımıza devam edeceğiz.
36 yıl aralıksız sürdürdüğümüz gazetecilik ve yazarlık deneyimlerimizin ışığındaki analizlerimizi sizlerle paylaşacağız.
Elbette, her okuyucumuzun görüşlerimize katılmasını, inanmasını ve alkışlamasını beklemiyoruz.
Demokrasi ve ifade hürriyeti de bu değil mi?
Farklılıklara tahammül etmek demokrasinin vazgeçilmezidir.
O yüzden diyoruz ki:
Herkese tahammül edeceğiz, herkesin de farklı düşüncelerine tahammül etmeliyiz.
Eğer, demokrasiye inanıyorsak.
Ve demokrat isek...
İftira, hakaret ve itibarsızlaştırma gibi insanlığa aykırı duruşların dışında kalınarak yapılan her görüşün katkılarına, eleştirilerine de açığız.
Biz, herkesin aynı düşünmesini, giyinmesini, davranmasını, yazmasını, söylemesini ömür boyunca hiç beklemedik...
Ve bunu bekleyenlerin de demokrasinin tarifine aykırı bir duruş sergileyerek davranış bozukluğu içerisinde olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz.
BOŞLUKTAKİ İNSAN
“Boşlukta kalan, çevreden yoksun insanların isyanını” eserlerine sade bir üslupla yansıtan ünlü romancımız rahmetli Tarık Buğra ile güzel bir dostluğumuz vardı.
Ömrünün son beş-altı yılında her perşembe günü Kadıköy’de bir pastanede buluşurduk...
Ve buluşmalarımızdaki sohbeti saatlerce sürmekteydi...
Okuyucularını “gündelik yaşayışın gerçeklerinden” koparıp düşünce dünyasıyla tanıştırmayı başaran öylesine farklı analizleri vardı ki...
‘İbiş’in Rüyası’, ‘Küçük Ağa’, ‘Osmancık’ romanlarının TRT’de dizi halinde yayınlanmasının ardından ‘Dönemeçte’ romanı da diziye uyarlanmıştı ve daha ilk bölümlerinde eleştirmenler ağır bir şekilde kendisine saldırıyordu.
Sanki, diziyi yönetmen değil de Tarık Buğra çekiyormuş gibi...
Eleştiri kampanyasına dönemin ünlü yazarlarıyla gazetecileri de katılmıştı.
Ve okuduklarına üzülüyordu, kahırlanıyordu.
Eleştirilerin dozajı itibarsızlaştırmaya kadar varınca daha çok üzülüyordu.
Ve kahvesinden bir yudum içip gözlerime bakarak demişti ki:
- Kazanmak için düşman gerek!
Ne demek istediğini anlamıştık...
Saldıranların kazandığı acımasız bir gerçeğin içinde yaşamasına rağmen kaybetmeyi seçiyordu.
Biz de kazanabilmek uğruna düşman seçmenin uzağında gezinerek daima birlik ve beraberliğin her şeyden daha çok önemli olduğuna inandık...
FARKLILIKLARA TAHAMMÜL EDEBİLMEK
Farklılıklara tahammül etmeye olan inancımız bu yüzdendir.
Eğer her farklılığın yaralarını kaşımaya başlarsak bu ülke Irak ve Suriye’ye döner...
Yalnız aramızdaki büyük bir farkın olduğunu unutuveriyoruz.
Ve bu ülkede yaşayan her farklılığın cebinde küçük hesap defterleri var...
O küçük hesap defterleri bir yerlerde saklıdır...
Ve defterler açıldı mı hiç kimse öyle bir battaniyeye sarılarak bu ülkenin sınırlarını terk etmez...
Bu yüzden biz her farklılığa tahammül etmeyi ve sevmeyi yol edindik...
Paylaş