Paylaş
1982 yılıydı.
Ve sıcak bir temmuz ayı idi.
Nemli ve boğucu sıcağıyla ilk defa tanışmıştım...
Elazığ’daki güzel havalardan sonra nem oranının zirvelerde dolaştığı bir şehirde nefes almakta bile zorlanmak üzücüydü.
“Bu şehirde nasıl yaşayacağım” diye kendi kendime söyleniyordum.
Ve boğuluyor gibiydim...
*
82 yılından beri İstanbul’dayız.
Ne günler yaşadığımızı iyi biliyoruz.
İstanbul’da yaşayan herkes neler yaşadığını çok iyi biliyor.
Yeni kuşaklar bilmiyor ama...
Ve yokluk, mağduriyet günlerini...
İstanbul’un altın çağını yaşıyorlar...
*
Bir yandan eğitim, diğer yandan gazetecilik mesleğine başlayışımız ve çalışarak okuyup ayakta durabilmek o yıllarda öyle zordu ki...
Ve ne çileler çektiğimizi yazmaya başlarsak beş dakika sonra ağlayarak yaşadıklarımızı hatırlamak bile bizi hasta etmeye yetiyor.
Bodrum katlarındaki bekâr evlerinde kışın soğuk, yazın sıcak ve küf kokan odalarında nasıl yaşadığımıza dair o günlerimizi hatırladıkça, o çile dolu yıllarımızı genç kuşaklara anlattıkça inandırmakta bile zorlandığımızı görüyoruz.
*
Su yok.
İçme suyu bile bugünkü gibi hiçbir yerde satılmıyor...
Çünkü su yok...
Küvetlerde, bidonlarda su biriktiriliyor.
Kenar mahallelerde tankerlerle su dağıtılıyor.
Mahalle sakinleri çamurlu yollarda bidonlarla kuyruklarda bekliyor...
Ve ne kavgalar ediliyordu...
Su kuyruklarında kavgaları haber yapmaktan biz gazeteciler dahi yorgun düşüyorduk.
*
Elektriklerin kesildiğinden hiç bahsetmek bile istemiyoruz...
Dolmuş ve belediye otobüslerinin duraklarındaki kuyruk çilesinden de...
Yolların çamurlarından da...
Hava kirliliği...
Ulaşım...
Sağlık...
Kısacası, İstanbul mağduriyet şehri gibiydi...
Yaşamayan o mağduriyeti bilemez.
Nüfus azdı... Yeni yerleşim ilçeleri olmadığından mevcut durumdaki konut yetersizliği zirvedeydi...
Kiralık ev bulmak öylesine zordu ki...
Ev ve araç sahibi olanlar parmakla gösteriliyordu...
*
26 yaşındaki oğlum Emir’e bir zamanların İstanbul’unu anlattığımda sanki yüzyıllar öncesinden söz ediyormuşum gibi beni dinlediğini fark ediyorum...
7 yaşındaki kızım Ayşe Zeynep’in büyüdüğünde oturup anlattığımda nasıl bir tepki verebileceğini tahmin ediyorum.
İşte o zaman anlıyoruz ki unutarak ve unutturarak yaşamayı sanatlaştırmışız.
Yarın İstanbul’da seçimin tekrarı var...
Ve İstanbullu sandık başında.
Herkes bir daha kendi yaşadıklarını düşünmeli...
Ve yaşadıklarını da çocuklarına anlatmalı.
*
İnsan adil olmalı...
Bir avucunda “VAR” diğer avucunda “YOK” hesabını iyi yapmalı.
Yani, “HİÇ” e yönelmek adil ve akıllı bir duruş değildir...
Var isek düşünmeliyiz...
Eğer düşünmüyorsak o halde yokuz demektir...
Paylaş