Paylaş
Düşüncelerinden dolayı kendini toplumdan soyutlayan ve uzaklaşan Jean Jacques Rousseau’nun ‘Bir Yalnız Gezerin Düşleri’ adlı eserindeki gezintilerinden birinde söylediği:
İşte, yeryüzünde yalnızım, kendimle baş başayım; artık ne kardeşim var, ne bir benzerim, ne dostum ne de ait olduğum bir toplum.
*
Son üç aydan beri hepimiz Rousseau’nun tarifindeki insanlar gibi olmuştuk...
Nihayet bitiyor yalnızlığa dair tüm şarkılar...
Kalabalıkların içinde yalnızlaştırılan milyonlarca insan düşleri ile aramızda yaşıyordu...
Diliyoruz ki, bir daha karantina günlerini yaşamadan virüs belasından kurtulur dünya...
Eski ya da yeni bir dünya mı kurulduğuna dair söylentilerin ne kadar gerçek olduğunu yaşayarak göreceğiz...
Lakin doğruları sadece kendine yalanları da başkalarına söylemeye devam ettikçe bir şeyin düzeleceğine inanmıyorum...
*
“Çıkarlarına dokunmayan her şeyde, öykülerini gerçeğe tam bir sadakatle anlatırlar” diyen Rousseau bu tarz insanları da şöyle tarif ediyor:
Fakat onları ilgilendiren bir konuyu işlemek söz konusu olduğunda ve onları yakından etkileyen bir olaydan bahsettiklerinde, olayları kendi işlerine geldiği gibi sunmak için her renge boyarlar...
*
“Dürüst dediğim adam bunun tam tersini yapar” diyen Rousseau’nun tarifindeki dürüst insanlardan kaç kişi kaldı yeryüzünde?
Bilmiyoruz, ama Rousseau 1770’li yıllarda bu satırları yazdıktan sonra demiş ki:
Elveda doğruluk!
*
Aylardan beri virüs konusunda belki binlerce haber piyasaya sürüldü, yüzlerce kişi ve devlet suçlandı ama hangisi doğruydu kimse hâlâ bilmiyor...
Biz ve gri bir dünya...
Aylardan beri süren yalnızlıklara son veriliyor gibi...
Normalleşiyoruz ama tedbirleri ihmal etmemeliyiz...
Çünkü virüs kaybolmadı, hâlâ aramızda geziniyor.
Aşısı ve ilacı da bulunmadı...
*
Diyoruz ki, artık herkes kendine beyaz bir sayfa açar...
Kendilerine sakladıkları gerçekleri gri alanlarından kurtarıp, yalanlara, menfaatperestliğe son vererek, ikiyüzlü olmaktan kaçarak, dünyalıklara tapınmaktan uzaklaşarak, ihanet saatlerine teslim olmayarak, üç günlük dünya diye insanlara nasihat edip bin yıl sürecekmiş gibi yaşamayarak...
Ve kötülükleri biriktirmeyerek...
*
Dün akşamüstüydü...
Deniz, en güzel şarkılarını söylüyor gibiydi...
Lacivert bir gökyüzünün altında, boğazın soğuk suları akıp gidiyordu gri bulutların uzağına...
Sabah uyandığımızda yaşadıklarımızın hepsine kâbus dolu bir rüya diyebilmek için ömrümüzün yarısını belki de verirdik kentin fukaralarına...
Lakin hepsi gerçekti...
Ve o gerçek hâlâ duruyor...
*
Bir ateşin içine düşmüş odun gibi yanıyor milyonlarca insan.
Kendine kızıyor, kendine ağlıyor ve gülüyor...
Büyük kalabalıklar bir delinin hatıra defterine dönmüş yüreğini iflah etmeye çalışıyor...
Aylar süren yaşadıklarının ne anlama geldiğini düşünüyor mu?
*
Uzak şehirlerin kaçak ve gri vakitlerinde...
Sadakatsiz, merhametsiz, acımasız bir yüreğin gri alanlarında dolaşıyor büyük kalabalıklar...
Ateş kuyularına düşmüş gibi yanıyorlar...
ABD’deki isyana katılan büyük kalabalıkların öfkesinde gizlenen gerçekler gibi...
Bu isyanın anatomisi Çarşamba günkü yazımızda...
Paylaş