Paylaş
Eskiden filmlerde izliyorduk...
Romanlarda, masallarda kalmış o günler sanıyorduk... Ve şimdi karantina günlerini hep birlikte yaşayınca o dönemleri anlatan film, belgesel, roman ve araştırma eserlerine ilgimiz daha fazla arttı...
*
Savaş tarihlerine baktığımızda, salgın hastalıkların askerlerin büyük bir derdi olduğunu ve bir kısmının da bu hastalıklar yüzünden öldüğünü öğreniyoruz...
Doç. Dr. Ramazan Çalık ve Doç. Dr. Muzaffer Tepekaya’nın ‘Birinci Dünya Savaşı’nda Anadolu’da Salgın Hastalıklar ve Ermeniler’ adlı araştırma notlarını okuduğumuzda hayretler içerisinde kalıyoruz...
Bu ülkenin çocuklarına yıllardan beri tarih dersi okutuluyor ama yaşanan gerçekleri hiç kimse bilmiyor...
Methiye kültürüyle tarih dersi yazmış ve okutmuşuz... Ve biz buna yüz yıldan beri “milli eğitim” diyoruz...
Yaşadığımız tarihi gerçekleri bile ülkemizin çocuklarına anlatmayarak belki de en büyük kötülüğü yaptık...
Yapmaya da devam ediyoruz...
*
Alman yazar Ernst J. Christoffel 1909 yılında Malatya’ya gidiyor...
Savaş öncesindeki durum üzerine kötü yönetimden, vergilerin yüksekliğinden, çiftçilerin baskı altında tutulmasından, ulaşımın yetersizliğinden kaynaklanan açlık ve sefaletin mevcut olduğunu yazan Christoffel, bütün Asya Türkiye’sini bulaşıcı hastalıkların sardığını ifade ediyor.
Christoffel, Anadolu’da yaşananlara ilişkin diyor ki:
Günlerimiz tifüs, dizanteri, siyah çiçek hastalığı ve frengi hastalıklarıyla mücadele etmekle geçiyor.
Mezopotamya ve sahil şehirlerinde koleradan insanların öldüğü işitilmekteydi.
*
Ve 1916 yılının yaz aylarında Anadolu’da bulaşıcı hastalıkların tekrar ortaya çıktığını ve bunların birçok insanın ölümüne yol açtığını öğreniyoruz...
Nitekim göçmenlerin yoğun olarak geldiği Rusya’da veba, tifüs, kolera, frengi, dizanteri; Lehistan tarafında tifüs; Galiçya bölgesinde yine frengi oldukça yaygındı.
Birinci Dünya Savaşı yıllarında Rusya’daki bulaşıcı hastalıklar göçmenlere, Galiçya bölgesindeki frengi hastalığı cepheden dönen Osmanlı askerleriyle; Hicaz’daki kolera, Mısır ve Beyrut bölgesindeki veba ve İspanyol nezlesi de hacılarla, esirlerle ve deniz yoluyla Anadolu’ya taşınmıştır.
Böylece dışarıdan taşınan bulaşıcı hastalıklarla birlikte Anadolu’da şartların ağır olması ve yeterince önem verilmeyen temizlik, besl*enme, kötü hijyenik durum, bulaşıcı ve salgın hastalıkların yayılmasına önemli derecede katkıda bulunmuştur.
,Birinci Dünya Savaşı yıllarında gerek Anadolu’da gerekse çevre coğrafyada veba, tifüs, verem, kolera, humma-i racia, dizanteri gibi salgın hastalıkların yaygın olduğunu yazan Çalık ve Tepekaya, tarihin bilmediğimiz sayfalarını aralıyor ve diyorlar ki:
Dört yıllık savaş sırasında 3. Ordu’da tifüsten 93 bin kişi hastalandı, bunlardan 26 bin 322’si hayatını kaybetti.
1914-1915 kışında en yaygın halini alan tifüs, 1917 başından sonra dezenfeksiyon gereçlerinin çoğalması ile önemli ölçüde azalmıştır.
*
Ve Alman Başkonsolos Kasper Blond da “Anadolu’da binlerce askerin tifüs hastalığından öldüğünü gördüm” diyerek yaşananları doğruluyor...
Scheele de 1916 yılının Temmuz ayında görevli olarak Çanakkale’de bulunduğu esnada, Goeben’de sıtma ve tifüs hastalıklarının görüldüğünü ifade ediyor.
Balkan Savaşları sırasında Osmanlı Devleti’nin önemli bir bölümü sıtmadan perişan durumdaymış.
Nüfusumuzun hemen hemen dörtte üçü sıtmadan kıvranırken Birinci Dünya Savaşı’nın çıkmasının durumun ciddiyetini arttırdığını belirten Çalık ve Tepekaya diyorlar ki:
Orduda alınan önlemlere rağmen sıtmanın yaygınlaşması önlenemedi.
Dört sene içinde Osmanlı ordusunda 412 bin er sıtmaya yakalandı. Bunların 20 bini öldü. Askerlerimizin bir bölümü de taşıyıcı olarak geri döndü.
Özellikle Hicaz, Irak ve diğer sıcak bölgelerden dönen askerlerimiz sıtmanın yayılmasına neden oldu...
*
Bulaşıcı hastalıklar sadece cephedeki askerleri değil, sivil halkı da çok etkilemiştir. Zira sivil halk arasında salgın hastalıklardan ölümler, yine hastalıklar dolayısıyla cephede hayatını kaybeden askerlerin sayısından fazladır.
Kısacası, şartların eşitsizliği her zaman milyonlarca insanın hayatına mal olmuş...
Pazartesi yazımızda savaşların perde arkasında gizlenen salgınlarla ilgili notlara devam edeceğiz...
Paylaş