Bazı kitapları ‘en çok satanlar’ arasına girmiştir. Yeni kitabı geçenlerde elime geçti. ‘Find Your Strongest Life’ (En Güçlü Yaşamınızı Keşfedin) adlı kitabında, kadınlar hakkındaki ’10 önemli efsaneye’ açıklık kazandırıyor, araştırmaları eşliğinde yeni açılımlar getiriyor.
Araştırması ABD’de yapılmış olsa bile, kadınlar açısından önemli mesajlar içerdiğini düşünüyorum:
1. Erkeklerin çok önemli bölümü, ‘kendilerinin ekmek parası kazanan’, kadınların ise ‘eve bakan’ olduğunu düşünür. 1977’de böyle düşünen erkeklerin oranı yüzde 74 idi, şimdi yüzde 42’ye geriledi.
İyi meslekli kadın mutludur!
2. İyi eğitim, meslek ve iyi ücretin, kadınları mutlu ettiğine inanılır. 1.3 milyon kadın ve erkek üzerinde yapılan araştırma, kadınların, 40 yıl öncesine göre erkeklere oranla daha az mutlu olduklarını gösteriyor.
3. Çocuklar, çalışan anneleriyle daha fazla vakit geçirmek ister. 1000 çocuğa bu soru yöneltildi ve sadece yüzde 10’u ‘daha fazla zaman’ yanıtını verdi. Üçte biri ise ‘daha az stresli ve yorgun’ anne talebini dile getirdi.
4. İş dünyasında kadınların daha düşük pozisyonlar üstlendiği söylenir. Oysa, çalışan kadınlarda yöneticilik oranı yüzde 37, erkeklerde ise yüzde 31 düzeyinde.
Kadın kadın patronu sever!
Ben birkaç oda yetkilisinden dinledim. Başka odalarında da benzer deneyimler yaşamışlardır mutlaka… Oda genel sekreterlerinin büyük bir merakla açtıkları paketlerden, bir çerçeve çıkmış. Bana anlatan oda yetkililerinden biri, ‘Hiç beklemediğimiz bir tablo ile karşılaştık. Çünkü, paketten Rifat Hisarcıklıoğlu’nun resmi vardı’ diye şaşkınlığını ifade ediyor.
Ancak, TOBB Başkanı’nın fotoğrafı yalnız değildi. Beraberinde Atatürk’ün okullara dağıtılan resimlerinde olduğu gibi, özlü sözler bölümü de vardı.
Hisarcıklıoğlu’nun özlü sözü
TOBB Başkanı, 365 oda ve borsaya gönderdiği tabloya, ‘Altın Kurallar’ diye nitelendirdiği, üyelere yönelik önerilerini de eklemiş…
Hisarcıklıoğlu’nun 5 ‘Altın Kuralı’nı şu özlü sözler oluşturuyor:
1. Hafızasına güvenen daima yanılır
2. Önce kontrol, sonra itimat
29 yıl önce, 1980 yılında Denizli’nin ihracatı sadece 2.4 milyon dolardı. Bunun da 900 bin doları tekstilden kaynaklanıyordu.
Şimdi ihracat 2008 sonunda 2.5 milyar dolara ulaşmış, tam 1000 kat artmış.
Bu başarıyı yaratan Denizli son aylarda olumsuz haberlerle gündeme geliyor. Sanki çöküş varmış gibi bir izlenim ortaya çıktı.
Hangi Denizli doğru?
Hafta içinde Denizli’deydim. Epey işadamı ile konuştum. Ortaya çıkan tablodan ve oluşan algıdan çok şikayetçiler…
Gördüğüm tablo, onları önemli ölçüde destekliyor. O nedenle Denizli gerçeklerinin altını çizmekte yarar var diye düşünüyorum:
1. Evet, Denizli’de sıkıntı var. Ama bu Türkiye genelinde yaşanandan çok derin değil. İhracat ilk 8 ayda yüzde 35 düşmüş, bunun önemli bölümü de tekstilden değil, metal sektöründen kaynaklanıyor.
İngiltere ve Almanya’da sonra 700 milyar dolarlık ‘faizsiz bono’ pazarından yüzde 10 payı ülkesine çekmek isteyen Fransa’da hükümetin bu girişimi Anayasa Mahkemesi’nden döndü.
Ancak, 4 milyondan fazla Müslüman’ın yaşadığı Fransa, bir çözüp bulup yasayı Meclis’ten çıkarmak istiyormuş.
Bu haberi okuduğumda, ABD’den bir kitap getirmiş, yazarı ile de mesajlaşmıştım. Kitabın adı ‘Servetin Güçleri: Yeni Müslüman Orta Sınıfın Yükselişi ve Dünyamız İçin Anlamı’…
Zenginleşen Müslümanlar!
Yazarı İran asıllı Amerikalı Vali Nasr, bütün dünyada büyük ilgi gören bu kitabında, öncülüğünü Malezya, Türkiye, Dubai ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin çektiği coğrafyada, gerçek anlamda bir İslami orta sınıfın doğduğu ve zenginleşme yolunda olduğunun altını çiziyor.
Nasr, ‘Büyüyen ve girişimci sınıf yaratan bu ekonomiler, hızla geniş bir orta sınıfı da ortaya çıkarıyor. Gelecekte bu orta sınıf büyüyecek ve daha da zenginleşecek’ diye konuşuyor. Dünyanın önde gelen ülke ve şirketleri de yükselen bu hedef kitleye gözlerini dikmiş durumdalar… Ona göre ‘İslami orta sınıfı’ cazibe merkezi haline getiren yeni gelişmeler şöyle özetlenebilir:
Hızlı büyüyen bir kitle
1. Dünyada Müslüman nüfusun büyüklüğü, dev pazarlar olarak nitelendirilen Çin ve Hindistan’ın toplamından daha büyük…
Bankalarla çalışan avukatların sayısı ve onların takip ettiği dosyaların adedi de yine aynı mesajı veriyor. Vatandaşın, özellikle esnaf ve KOBİ ile borcunu ödeyemeyenlerin adliyeye gidiş geliş sayısı hızla artıyor.
Kart ve kredi borcu
Eylül 2009 sonu itibariyle Türkiye’de tüketicinin bireysel kredi ve kart borçlarından kaynaklanan sorunlu kredi tutarı 7 milyar TL’yi geçmiş durumda. Bunun 3.7 milyar TL’si kredi kartlarından kaynaklanıyor.
Bankalar, borçları tahsil etmek için avukatlarla çalışıyorlar. Geçen yıla göre büyük bankaların çalıştığı avukat sayısı ve iş yükü ikiye katlanmış durumda…
Konuştuğum bir avukat, ‘Şimdiye kadar orta gelir grubunda kredi kartı sorunu öne çıkıyordu. Şimdi 800-900 TL toplam borcu olan, işini kaybetmiş, SSK’dan düşmüş kişilerin dosyasıyla ilgileniyoruz’ diye konuşuyor.
Bir başka avukat ise ‘Geçmişte ihtar gönderdiğimiz kart sahiplerinden yarısı haciz çıkmadan öderdi. Şimdi bu oran oldukça düştü’ diyor ve ekliyor: ‘Dosyalara yetişmekte zorlanıyoruz.’
Çek ve senet vurgunları
Bunun yolu büyük ölçüde özel sektör yatırımlarından geçiyor. Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’dan dinlemiştim. Kamu yatırımları ile özelin büyümeye etkisi arasında dağlar kadar fark var. Yatırımlardaki artışın yüzde 10 olması kamuda yüzde 1, özelde ise yüzde 6-8 oranında büyümeye katkıda bulunuyor.
Ancak, özel sektörün gücü belli… Büyümenin devamı için yabancı sermayeye ihtiyaç var.
Satın alma ve birleşmeleri küçümsemek istemem. Ancak, Türkiye’nin artık ‘fabrika’ yatırımına, ‘Greenfield’ denilen türden yatırımlara ihtiyacı var. Yabancı gelecek, kazmayı vuracak, yeni fabrika, yeni market, yeni inşaat yatırımları yapacak.
Örneğin, bir ambalaj tesisini alıyorsunuz. 500 çalışanı var. Yeni yatırımlarla ona belli sayıda istihdam katabiliyorsunuz. Oysa, yeni fabrika, yeni 500 kişinin iş bulması anlamına geliyor.
Büyük pastadan payYabancı sermaye dünya ekonomisinin en büyük itici güçlerinden biri… 2009 ilk 6 ay sonu itibariyle yabancı sermaye stokunun 14.5 trilyon dolara ulaştığı tahmin ediliyor. Bu rakamın 1990’da 1.9, 2000’de 5.7 trilyon dolar olduğu göz önüne alınırsa, gelişmenin boyutu daha iyi ortaya çıkıyor.
Türkiye’de ise yabancı sermaye stoku 11.1 milyar dolardan 69.4 milyar dolara ulaşmış. Gelinen mesafe iyi, ancak büyük fotoğrafın içinde çok küçük kaldığı da bir gerçek…
Yabancı sermaye ülkelere iki şekilde gidiyor. Birincisi, satın alam ve birleşme yoluyla… İkinci ve daha değerli olanı ise sıfırdan yatırım şeklinde…
Gerçekten de Aydın Doğan’a ‘Vergi Rekortmeni’ ödülü veren İstanbul Ticaret Odası, yıllardır kayıtlı olduğu İstanbul Sanayi Odası, hepsinin üstündeki TOBB ve TÜSİAD, artık herkes tarafından ‘anormal’ bulunan cezalara sessiz kalmışlardı.
4.8 milyar TL’lik ceza artık sessiz kalanların, hatta AKP’ye yakın olanların bile kimyasını bozdu. Anadolu ve İstanbul’da, AKP’ye yakınlığı ile tanınan işadamlarının bu konudaki isyanlarını duyuyorum. Geçtiğimiz günlerde büyük bir grubun patronu, yakın bir arkadaşıma, ‘İsyan edenlerin sayısı artıyor. Aralarında adını duyunca şaşıracaklarınız bile var’ demişti.
Aslına bakarsanız, bunun hükümete yakınlık ya da uzaklıkla ilgisi yok. İş dünyası, vergi cezalarının bir ceza aracı olarak kullanılmasından, bir gün kendilerine çevrilmesinden endişe ediyor. Şimdi Doğan’a kesilen ceza, bir gün başka gruba yönelebilir korkusu giderek yayılıyor.
Koç’un sözleri çok önemli
Bunun işaretini de dün Koç Holding Başkanı Mustafa Koç’un konuşmasında gördüm… uzun yıllardır tanıdığım Koç Ailesi, genelde hükümetleri karşısına alan açıklamaları yapmaktan kaçınır. Arada bir Rahmi Koç’un sert mesajları olurdu. Artık grup Rahmi Bey’in de açıklama yapmasını pek istemiyor, bir şekilde merhum Vehbi Koç’un izinden giderek, ‘siyasetin’ içine girmemeye özen gösteriyor.
Ancak, Mustafa Koç’un, ‘Son dönemlerde vergi kurumunun siyasallaşmasından ciddi olarak endişe duyuyoruz’ sözlerini iyi okumak gerekiyor. Koç’un bu konuşması, sadece kendi grubunu değil, aynı zamanda Sabancı, Anadolu, Doğuş, Dinçkök, Eczacıbaşı gibi çok sayıda dev grubu da bağlar. Biliyorum ki, ne zaman birkaç işadamı bir araya gelse, gündem bu vergi cezası oluyor. Biz de işadamı ve yöneticilerle buluşmalarımızda, önce bu konuya yönelik sorulara muhatap oluyoruz. Herkesin ortak görüşü, ‘Bugün sana, yarın bana’ oluyor.
Durgunluğa önce giren, önce mi çıkacak?
Dünyanın bütün ülkeleri, büyük kriz ve durgunluk dönemini aynı şiddetle yaşamadılar. 200’e yakın ülkenin bir bölümü, ‘dünyaya kapalı’ oldukları için, büyümeye devam ettiler. ABD gibi bazı ülkeler, krizi kendileri yaratmış olmasına rağmen, küçülme oranları tahmin edilenden düşük oldu.
Sektörde en büyük fatura ise ilaç cephesine çıkarılacak. Son 15 günü Ankara-İstanbul arasında geçiren ilaç şirketlerinin yöneticileri, şimdiye kadar pek sonuç alamadılar. Sağlık Bakanlığı, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘Halkın ilacından kesinti yapmayız’ açıklamasından sonra ilaç sektörü üzerindeki baskıyı artırdı.
Şimdi ilaç sektörü ayakta… Sadece ilaç üretici ya da pazarlayan şirketler değil… Eczaneler ve ilaç dağıtıcı şirketler de isyanda… Bazı yabancı yatırım bankaları ilaç dağıtım şirketlerini ‘al’ listesinden çıkardılar.
Neydi, ne oluyor?
Türkiye’de devletin sağlık harcamaları 2008 yılında 25 milyar TL’yi aştı. 2009 yılında 30 milyar dolara ulaşması bekleniyor. Bunun 15.5 milyar TL’si ilaç harcamalarından kaynaklanıyor.
Sağlık Bakanlığı’nın talebi şöyle: 2007 yılında ilaç harcamaları 13.5 milyar TL düzeyindeydi. 2009 yılında da bu kadar harcama bütçem var. 13.5 milyar TL’ye inin ve 2009 yılında bunun üstünde yapılan harcamayı da iade edin.
Bu yaklaşık 2 milyar 350 milyon TL’lik kayıp anlamına geliyor. Şirketler aynı miktarda ilaç satıp, yaklaşık yüzde 24 oranında az para alacaklar. Bunun kara yansıması da, ilaç üreticilerinin belirttiğine göre yüzde 50 düşüş şeklinde olacak.
Kar düşüşü sadece ilaç şirketlerini vurmayacak tabii… İkinci darbe dağıtım şirketlerine, son darbe ise sayıları 23 bini bulan eczanelere olacak. Aldığım bilgiye göre şimdiden eczacılar ayaklanmışlar. Çok para kazanıyorlar gibi görünseler de, önemli bir bölümü zor ayakta duran eczaneler, bu uygulamadan ciddi darbe yiyebilirler.
Aslında en sonunda büyük darbe hastalara olabilir. Çünkü, eğer bakanlık sıkı takip yapmazsa, bazı önemli ilaçlar Türkiye’ye getirilmeyebilir, bu da hastaları mağdur edebilir.