Paylaş
Olanı biteni anlatayım, kararı siz verin...
Ampute Milli Takım’ın ruhlarımızı temizleyen, gözlerimizi yaşartan, göğsümüzü kabartan destansı zaferini kutluyoruz, kutlamaya da devam edelim; bu “gerçek şampiyonları” hiç unutmayalım.
Primin en yükseği, madalyanın en güzeli, yardımların en değerlisi yapılsın, yapılacak elbette, sonuna kadar hak ettiler.
Ancak...
“Aferin çocuklara, bak yüreğe engel yok” coşkumuz sırasında bir de gerçeklere bakalım mı?
Türkiye nüfusunun yüzde 12’sinin engelli olduğu belirtiliyor (yarısı kadar diyen de var, daha fazladır diyen de...); yaklaşık 10 milyon engelli...
Her sekiz kişiden biri engelli demektir ama “bu oranda” rastlamayız sokakta, sinemada, ofiste, çarşıda, pazarda, tribünde, parkta, bahçede...
EV MAHKÛMLARI
Niye?
Çoğu evde yaşamaya mahkûm edilmiştir?
Niye?
Önyargılarımız, bozuk kaldırımlarımız, yetersiz eğitim imkânlarımız, kamu binalarını bile engellilere uygun hale getirmeyişinden utanmayan bir zihniyetimiz vardır.
Hayata karışmak “sağlamlar” tarafından haram kılınmıştır engelliye.
“Sağlamlar” olarak, aramızdaki sekiz kişiden biri her türlü zorluğu yaşarken başka yere bakmak, “acımakla yetinmek” üzerine gizli bir söz birliğine varmışız gibi davranırız.
Hepimizin içi muhakkak “sevgi doludur”, şüphem yok ama ne hikmetse işsizliğe, evde oturmaya mahkûm edilmelerine, eğitim haklarına erişememelerine sadece yüzümüze söylendiğinde hayıflanırız.
İŞ YOK, HELE KADINSAN
İşgücüne katılım oranları yüzde 20’dir. Hem engelli, hem kadınsanız durum iyice berbat; yüzde 12’si “belki” çalışabiliyor...
İşverenlerin yüzde 95’i araştırmalarda “Engelli vatandaş çalıştırmak istiyorum” diye cevap veriyor ancak kapısını açan yüzde 20. Özel sektör böyle; ya devlet?
Dolmayan kamu kontenjanlara bakın, anlayın işte...
EĞİTİM FİLAN YOK SANA
Ampute Milli Takım’ın kaptanı, şampiyonluğu getiren golü de atan Osman Çakmak bir gazi, artık herkes öğrendi sanırım.
Gazilerimize doğru dürüst davranıyor muyuz? Haklarını verebiliyor muyuz?
Hayatlarına devam edebilmeleri için bir plan, program, yeterli maddi/manevi destek sunmak bir yana, seyahat kartlarıyla bile problem yaşatabiliyoruz...
Engelleri aşıp okuyan, mezun olan engelli öğretmenden bir daha “rapor” isteyen abuk bir sistem.
Sadece öğretmenler mi? Bir engelli en ufak işinde bile rapor almak durumunda...
Bu arada engeli olmayıp da maddi kazanç için sahte engelli raporu üretenleri görüyoruz sürekli haberlerde; bayağı bir sektördür kendileri!
Eğitim vermeyiz... Kadın engellilerin sadece yüzde 1.5’i, erkeklerin yüzde 4’ü yükseköğretim mezunu olabilir “resmi rakamlara göre”... Yüzde 36’sı okuma-yazma öğrenme imkânına bile kavuşamamıştır...
İş vermeyiz, eğitim vermeyiz, kazanılmış haklarını bile esirgeriz...
Sosyal yardım adı altında dar maddi imkânlarla eve hapsetme kolaylığını başarı gibi överiz söylev ve demeçlerde ama uluslararası anlaşmalara attığımız imzalara rağmen “gereğini” yerine getirmeyiz...
Ya toplum? Ya sıradan insanlar, bizler? Biz ne kadar insaflıyız?
BİZİM BÜYÜK VİCDANIMIZ!
Örnek vereyim...
2010’da Antalya’da “AB’de ve Türkiye’de Çocuk Olmak” başlıklı bir etkinlik düzenlendi.
Avrupa ülkelerinde ödül kazanmış bir “engelli çocuk kaynaştırma” programının “bizdeki” neticeleri de paylaşıldı.
3-5 yaş grubundaki çocuklar, engelli, engelsiz demeden birlikte oynadıktan sonra evlerine dönen “sağlıklı” yavrular “O çocuklara ne olmuştu?” diye ‘bizim’ anne ve babalara sorduklarında şu cevapları aldılar:
“Yaramazlık yaptığı için dilini kesmişler... Dilini kesmişler...”
Ah bizim büyük vicdanımız!
Sonra...
Bu riyakârlık çöplüğünden Ampute Milli Takım bir mücevher gibi parlayarak çıkar bir gün...
Suçluluğumuzun telaşını cömertlik kapılarımızı açarak yatıştırırız.
“İkiyüzlü bir toplumuz” diyerek sessizlik içinde sürüp mutabakatımız bozmayalım, birbirimizi kırmayalım, tamam; ama ya bu halimize ne isim uyduracağız?
Aynaya bakınca ne cevap vereceğiz...
Paylaş