Paylaş
Yapımcılar tarafında Cem Yılmaz, Yılmaz Erdoğan, Şahan Gökbakar gibi aynı zamanda kamuoyunun ilgisine mazhar olmuş, sevilen yıldızların da bulunması konuyu daha görünür kıldı.
Mars adına konuşan, kurumsal iletişim direktörü titrine sahip Aslı Irmak Acar’ın “Cem Yılmaz olmazsa başka Cem Yılmaz çıkar... Film çekmezlerse çekeni buluruz” tarzı nobran açıklamaları doğal ve haklı olarak sert tepkiyle karşılandı.
İlk bakışta “Mısır kârı paylaşım savaşları” olarak gündemde beliren tartışmayı da film gibi seyreden sinemaseverler neticede “Kim bir filmden ne kadar kazanır? Mısır mı pahalı bilet mi?” gibi sorulara cevap bulmuş oldular veya bulduklarını sanmakla yetindiler.
Bütün bu kavga, patırtı devam ederken oyuncu/yönetmen Onur Saylak da şöyle bir bilgi paylaştı sosyal medyada:
“DAHA filmi ilk haftasında 13 şehirde sadece 36 (!!!) salonda gösterime girebildi...”
‘Daha’ taş gibi bir filmdi. 2018’de izleyip çok etkilendiğim yapımlar arasındaydı.
Ödüller kazandı, övgüler kazandı ancak seyircisiyle hakkıyla buluşabilecek imkânı bulamadı.
‘Daha’ bir örnek...
Tolga Karaçelik’in “çok mühim festivallerden” Sundance başta olmak üzere pek çok festivalden ödülle dönen ve halen ödüllendirilen filmi ‘Kelebekler’in seyirciyle buluşma çabasını kendimce yakından izledim.
Bazı şehirlerde seyirciler sinema salonuna telefon yağdırarak filmi talep etti, yönetmen salon salon, seans seans (kimi zaman tek bir seans) gösterimleri duyurarak filminin izlenmesi için çabaladı vesaire...
‘Kelebekler’ olağanüstü çaba ve dayanışmayla 130 bin civarında seyirciye ulaştı ki; ayrıca filmi çekilecek bir başarı öyküsü sayılır.
Kaldı ki ‘Kelebekler’ ve bir ölçüde ‘Daha’ da şanslı sayılabilir (nasıl olacaksa?) bu durumda. Bağımsız filmlerin önemli bir bölümü yalvarsalar da yakarsalar da bu salonlara ya hiç giremiyor ya da birkaç gün sonra kaldırılıveriyor.
Büyük yapımlara, Cem Yılmaz’ın, Yılmaz Erdoğan’ın filmlerine ben de bayılıyorum; niyetim büyük yapım düşmanlığı yapmak değil.
Ama “Mısır kârı paylaşım savaşları” sürüp giderken birilerinin de “Tamam da birader tek derdimiz bu mudur sinema konusunda?” demesi gerekiyor...
Bu konuyla ilgili 2015’te yayınlanan “Kapalı Gişe” adlı belgesele YouTube üzerinden ulaşmanızı ve izlemenizi isterim doğrusu.
Sistemin nasıl çalıştığını, iri dişlilerin kârı öğütürken, küçükleri nasıl bahanelerle ezip geçtiğini görmek, seslerine kulak vermek açısından çok kıymetli bir belgesel...
Tekelleşme, seyirciye seçme şansı tanımayacak şekilde yönlendirme ve bütün bunları “sinema aşkına yapıyor görünme” girişimleri filan... Hakikaten mısır olsa yenmez...
Bu seslerin giderek yükseldiği tartışmanın tetikleyicilerinin başında eli kulağında olan Sinema Yasası geliyor.
Yasa nasıl oluşacak, kim istediğini koparacak, taraflar nasıl anlaşacak (anlaşabilirlerse) hep birlikte göreceğiz.
Gerekirse kota sistemiyle, hakkaniyetli bir sübvansiyon sistemiyle vesaire korunması gereken bağımsız film dünyasına bir müjdeli haber çıkacak mı o yasadan, onu da göreceğiz.
Yoksa hep aynı filmi izleyeceğiz, yoksa hep mısır kârı paylaşım savaşlarının kaybedeni olacağız sinemaseverler olarak.
The End noktasına geldik...
İyi seneler, “küçüğüyle”, “büyüğüyle” şahane filmler dilerim...
Paylaş