Paylaş
İMPARATORLUKLARDAN geriye bir miras kalır. Bu miras, günlük dilimizde de yer alır. Mesela Türkiye Türkçesindeki pek çok kelime... Bir binaya baktığımda ilk anda aklıma gelen kelimelerden bazılarını söyleyeyim: Anahtar, kilit, temel... Bunlar Rumcadır. Azerbaycan’da ‘anahtar’ diye bir kelime yoktur örneğin, “Açkı” derler, “Bağlamak” derler. Yine mesela ‘çatı’ kelimesi Farsçadır. “Yalının fenerini poyrazda yaktım” diye bir cümle kurduğumuzda orada sadece yakmak Türkçedir. Yalı, fener ve poyraz... Üçü de Rumcadır.
Farsça ve Arapça kelimeler bizim edebiyatımız ve lisanımızda çokça yer alır ama biz Türkçeyiz. Çünkü imparatorluğun kadim bazı müesseseleri var ve biz bunları aynıyla tevarüs etmişiz. Bu mirası reddetmek toplumu izmihlale yani erimeye götürür.
Modern Balkan ülkelerinin, bazı tarihi gerçekleri reddetmek gibi ciddi bir arızası var. Bu, Ortadoğu’ya da bulaştı. Oysa ki imparatorluk tarihi, bir milli tarih gibi okunamaz. Peki, bunları niçin yazıyorum? Çünkü mübadeleden bahsedeceğim. Bana çok sorulan bir soru bu...
MÜBADELEYİ BİZ İSTEMEDİK!
Biz çok büyük bir deprem geçirdik. Bazı tarihi olaylar kalıcı izler bırakır. Bu depremin adı, Birinci Cihan Harbi’dir. Bu harbin en mühim sonuçlarından birisi ise mübadele olmuştur. Bu mübadelenin, her şer olayda olduğu gibi hayırlı tarafları da olmuştur. Ama nüfus değişimi genelde büyük bir dramdır; yaradır ve izleri kalır.
Şu bir gerçektir. 1924 mübadelesi Venizelos tarafından getirildi. Türkiye’de moda bir saldırı başladı; “Cumhuriyetçiler etnik temizlik yapmak için mübadeleyi ortaya çıkardılar” deniyor. Bir kere mübadele iki taraflı bir anlaşmadır. Tek taraflı olmaz. Nitekim Venizelos, giriştiği büyük macerada acı gerçeği görünce bu sefer doğruya döndü ve elindeki mevcut Yunanistan’ı kalabalıklaştırmak için Anadolu’daki Helen nüfusu istedi. Büyük devletleri de buna ikna etti ve Türkiye de bunu kabul etmek zorunda kaldı. Çünkü bizim artık bazı konularda daha fazla direnecek halimiz yoktu. Trablus’tan beri on sene aralıksız harp etmiş bir millettik. Birinci Cihan Harbi, başkaları için dört yıl sürmüşse de bizim için on yıl sürmüştür. Bu konularda bizim yeni devletimiz beynelmilel konsorsiyuma karşı koyabilecek güçte değildi. Dolayısıyla mevcut şartlar iki ülke arasında nüfus mübadelesini zorunlu kılmıştır diyebiliriz.
GÖÇ ETTİKLERİ ŞEHİRLERİN ADLARINI ‘NEA’ DİYE ANDILAR
Mübadele ile birlikte Anadolu’dan bir buçuk milyon kadar insan karşı tarafa göç etmiştir. Bunlar muhtelif şehirlerden gitmişlerdir ve bugünkü Yunanistan’da göç ettikleri şehirlerin adlarını ‘nea’ yani ‘yeni’ diye anarak yeniden yaşatmışlardır. Nea Fokea, Nea Samson, Nea Arteka gibi... Türkiye’ye ise o topraklardan beş yüz bin kadar insan geldi. Mevcut yerleşmelere iskân edildiler.
Bu sayılara dikkat edelim. Mesela Yunanistan, sigara tabakaları için tütünü bile dışarıdan almak zorunda kaldı çünkü tütün tarımı bitti. Mübadele, hiçbir zaman akıllı bir ekonomik tedbir değildir. Öyle ki, ekonomik faaliyetler belli toplumlarda belli grupların içinde yapılır. Kuyumculuk belli bir grubundur, tütüncülük belli bir grubundur. Siz onları atarsanız, o sektör çöker. Bu durumun farkında olanlar da vardı elbet. Mesela Kayseri’de, Niğde’de esnaf toplanıyor ve “Lütfen bu insanları göndermeyin. Biz burada aynı dükkânı bile açamayız” diyorlardı.
MUHACİR KABUL ETMEYE ALIŞIK OLDUĞUMUZ İÇİN...
Biz muhacir kabul etmeye alışkın bir memleketiz. 1877-78 Osmanlı-Rus Harbi’nden (93 Harbi) beri Balkanlar’dan muhacir kabul ediyoruz. 1856 Kırım Savaşı dönemindeki muhacirleri ise Bulgaristan vilayetlerimize yerleştirmiştik. Anadolu’ya pek gelmemişlerdi. Ancak 93 Harbi’nden itibaren gelmeye başladılar.
Mübadele ile Türkiye’ye gelen nüfus için özel çalışmalar yapılmıştır ve bu kitle büyük ölçüde memnun kalmıştır. “Tam memnun kaldılar” demiyoruz, kalamazlardı da. Çünkü dünyada hiçbir göçmen geldiği memleketi tamamen sevemez, eskisini özlemeye devam eder. Kendisine verilenler ilk anda durumunu düzeltmesini sağlamaz. Bu bir genel vakıadır.
Yine de bizim göçmen kabul etme alışkanlığımızın etkisiyle Yunanistan’a göre sorunları daha çabuk hallettik. Rumeli’den, Kafkasya’dan, Kırım’dan, Rusya’dan göçmen alma geleneğimiz sayesinde büyük sosyal krizler çıkmadığı gibi ‘iç evlilikler’ dediğimiz evlilikler de vuku buldu, yerlilerle akraba olundu ve Anadolu bu göçlerden yararlandı.
Ama şunu unutmayalım, muhaceret ya da mübadele... Çok sıkıntılı bir süreçtir bu. Sanatlar yok olur, kabiliyetler yok olur. Siz Romanya-Bulgaristan hududundaki Dobruca’dan bir aileyi alıp ta Elazığ’a yerleştireceksiniz. Zor bir süreç... Milyonlarca Anadolu Helen’inin Yunanistan’da çok mutlu zamanlar yaşamadıklarını da söylemek gerekir. Örneğin Anadolu’da sosyalizm gibi bir derdi olmayan bu insanlar oraya gidince sosyalizme meylettiler. Çünkü burada tuzu kuru sayılırlardı. Ancak orada başka dertlerle ve sınıf ayrışmalarıyla uğraşmak zorunda kaldılar. Buraya gelenler ise kısmen, bazı şeylere intibak edemedilerse de Türkiye’nin değişim ve gelişiminde çok büyük faydalar yarattılar.
Kısacası, biz coğrafyayı bilmek zorundayız. Türkiye’nin, etnik temizlik için mübadele yaptığı iddiası ne tarihidir ne de ahlakidir!
OĞUZ TÜRK’Ü KARAMANLI TÜRKLER MÜBADELEDE NASIL GÖNDERİLDİ?
BU mübadele esasen Türk-Yunan mübadelesi de değildi. Peki neydi? Müslüman-Ortodoks mübadelesi idi. Bu sebeple tek kelime Rumca bilmeyen Karamanlı Ortodoks Türk nüfus da Yunanistan’a gönderildi. Karamanlı Türkler, Oğuzlardı. Ortodokslardı ancak Türklerdi. Türkçeleri, belki bizim Türkçemizden daha temizdi. Yunan alfabesiyle Türkçe yazarlardı. İncilleri dahi böyleydi, Yunancayı hiç bilmezlerdi. Bu topluluğun gitmesiyle birlikte Türkiye önemli bir grubunu kaybetti. Göndermek mecburiyetindeydik çünkü Yunanistan ve büyük devletler grubu onları da mübadeleye dahil ettiler.
Bize gelen nüfus ise Selanik’ten, Yanya’dan, Batı Trakya’dan, adalardan ve özellikle de Girit’ten gelen Müslümanlardır. Girit’ten gelenler orada Türkçeyi epeyce unutmuşlar ve mektepte de hiç öğrenmemişlerdi. Yani Müslümanlardan Türkçeleri zayıf olanlar vardı.
EY YURTTAŞLAR, COĞRAFYAMIZA DİKKAT EDELİM!
Gerçek tabii zenginliklerimiz neden taşocaklarına kurban oluyor? Güzel Türkiyemiz maalesef korunmuyor...
TÜRKİYE’de niteliksiz girişimciler taşocakları işletmeyi tercih eder. Balıkesir’e ve Bergama’ya bağlı Kozak Yaylası’na da böyleleri musallat oldu. Evvela gerçek bir tabii zenginlik ve milli servet sayılması gereken fıstık ağaçlarının (pinus) yüzlercesi tahrip ediliyor ve ocaklar açılıyor. Sonra sorumsuzca çıkarılan granitler yüzünden yeraltı su yolları değişiyor. Ağaçlar kurumaya başlıyor. Tespit edilen üçüncü bir olay da taşocaklarından çıkan tozların, ağaçların sporlaşma (döllenme) kapasitesini önlediği.
Son birkaç yıldır ürün alınamayan çamlık bölgeler artmaya başladı. Genç nüfus bu zengin bölgeden iş için büyük şehirlere göçmeye başladı. Türkiye korunmuyor ve bazı bölgelerde insanların geçimi, meçhulden gelenler tarafından tahrip ediliyor. Ey yurttaşlar coğrafyamıza dikkat edelim.
Paylaş