Paylaş
Ünlü yönetmen Oliver Stone farklı tarihlerde Putin’le farklı mekânlarda buluşup uzun söyleşiler kaydetmiş. Bir gazeteci sertliği, bütün iddiaların üzerine gitme, sıkıştırma çabası olmasa da hem ilginç, hem eğlenceli. Üstelik oldukça önyargılı olduğum Putin’le ilgili farklı, neredeyse pozitif bir izlenim verdi bana. Stone, Rusya lideriyle samimi, ahbapça bir ilişki kuruyor ve sorulması gereken çok şeyi soruyor. Cevaplarıyla biraz kolay yetiniyor ama sonuçta o bir film yönetmeni. Christiane Amanpour değil. Yaşadığı odalardan yaptığı spora, kariyerinden çocukluğuna kadar Putin’in portresinin peşinde. Meslek icabı hem gazeteci hem kurmaca hikâyeci sayılabileceğim için kendi fikrimi söyleyeyim: Stone daha iyi araştırma yapıp daha detaylı bilgilerle gidebilirdi, zira bazen yanlış bilgi üzerinden soru sorup Putin’in düzeltmesiyle karşı karşıya kalıyor. Ama derdi bir araştırmacı gazetecilik olayına imza atmak değil, ilgi çekici bir karakteri tanıtmak olduğundan zevkle izledim. Stone Amerikan medyasından bu filmle ilgili büyük eleştiriler almış. New York Times’daki “Putin, Oliver Stone ve Trump’ı nasıl baştan çıkardı” başlıklı yazıda ünlü yönetmen cahillik, güç ve büyüklüğe hayranlık duyma, Putin’le ortak önyargılara sahip olma, gerçek ve kurmacayı birbirinden ayıramama ve ahlaki belirsizlikle suçlanmış.
4 bölümü seyredip edindiğim fikir: Evet, Putin otoriter, cinsiyetçi bir lider. Öte yandan bütün konulara en ince detaylarıyla hâkim, net, oldukça açık sözlü, kaçak güreşmeyen, sağlam, en azından ülke güvenliği ve refahı konusunda açık çek verilebilecek bir devlet adamı. Demokrasiden bahsetmiyoruz tabii. Zaten o da bahsetmiyor! Stone’un demokrasi eksikliği eleştirilerine hiç öyle “Ne münasebet efendim, bizim demokrasimiz gül gibidir” filan diye cevap vermiyor. Batı Avrupa’nın tarihiyle Rusya’nın tarihinin karşılaştırılamayacağını, bu topraklarda demokrasinin çok yeni olduğunu, yavaş yavaş gelişebileceğini söylüyor açık açık. Rahatsız edici derecede soğukkanlı, tahminimin aksine sakin biri. 60 yaşından sonra buz hokeyine başlayacak kadar da azimli. Putin’in Rusya’sında yaşamak ister miydim, sanmam. Ama SSCB zamanı ve sonrasında daha kötü şartlar yaşadığından, ülkesiyle ilgili konulara (ve belki her şeye biraz fazla) hâkim bu lidere oy veren çoğunluk, belli ki ondan memnun.
Oliver Stone’un yumuşak, dostane bir sohbet içinde soruları yöneltmesi, lideri sadece ülke yönetimi açısından değil, bir karakter olarak analiz etmesi keyif verici. Pek çok yönden Putin’e sempati duymaya başladığımı söyleyeyim.
Bu yüzden eğer söylentiler gerçekse ve böyle bir proje varsa, Tayyip Erdoğan’la benzer formatta bir röportaj serisi kesinlikle yapılmalıdır. Taraflı, saldırgan bir tavır olmayacağı bu belgesel ışığında muhtemel. Şahsen şu an Cumhurbaşkanı’yla yapılmakta olan röportajlar da beni pek çok yönden hiç ama hiç doyurmadığı için, böyle farklı bir söyleşi hepimize iyi gelebilir diyorum.
ELLE GELEN DÜĞÜN BAYRAM MI?
HARARİ’nin son kitabı ‘21. Yüzyıl için 21 Ders’i dinliyorum. (Evet, okumuyorum, dinliyorum. Bilgisayar başında çok oturup gözünü yoranların hepsine de tavsiyem. Aplikasyonun adı Storytel.) Yarısını biraz geçtim, biraz moral bozucu, distopik bir gelecek anlatıyor. Mesleklerin yok olması, yapay zekânın herkesin işini gücünü, hatta sanatını bile elinden alması filan. İlginç. Ama benim için en enteresan tespiti şu oldu: Tüm dünyada olup bitenler, acaba biraz sadece kendi işine, yani kendi ülkesine bakma, dünyanın gittiği veya gideceği istikameti takmama yolunda mı diye bir soru soruyor. Sonra diyor ki: “Trump ABD’yi soyutlama politikasının yanına Amerika’yı eskisi gibi harika bir yer haline getirme sözünü de serpiştirmişti. (...) Brexit destekçileri hâlâ Kraliçe Viktorya döneminde yaşıyorlarmış ve şaşaalı tecrit siyaseti, internet ve küresel ısınma çağında uygulanabilirmiş gibi, Britanya’yı bağımsız bir güç haline getirme hayali kuruyorlar. Çinli seçkinler Marksist ideolojiye eşlik edecek, hatta onu ikame edecek yerel imparatorluklarını ve Konfiçyüs’çü miraslarını yeniden keşfetti. Rusya’da Putin’in resmi görüşü eski çarlık rejimini diriltmek. Bolşevik devriminden 100 yıl sonra Putin, Baltık Denizi’nden Kafkaslara uzanan Ortodoksluğa sarılmış otokrat bir hükümetle Rus milliyetçiliği eşliğinde, eski çarlığın şaşaasını vaat ediyor. Milliyetçi bağlarla dini gelenekleri kaynaştıran benzer nostaljik hayaller Hindistan, Polonya ve Türkiye’de ve birçok başka ülkedeki rejimlerin belirleyici özelliği.”
Harari, sonra benzer bir formülün en şiddetli tezahürünün Ortadoğu’da görüldüğünü söyleyip İslam ülkeleri ve İsrail’i örnek veriyor.
Yüzde yüz katılmasam da aslında farklı kelimelerle son yıllarda ifade edilen kutuplaşmacı, yeni (ama aslında eski ve içe kapanıcı) siyasi bakış açıları anlatılıyor.
Belki de dünyanın böyle bir dönemine denk gelmişizdir? Belki de zamanın ruhu budur? Ve öyleyse, elle gelen düğün bayram demek psikolojimize iyi gelir mi?
Paylaş