Paylaş
N’oldu? Korktunuz değil mi perşembe günü? Aniden gökten büyük büyük viski buzları yağmaya başladı ha? Biz bu boyutta dolu görmemiştik değil mi? Şehri 10 dakika içinde sel götürünce sonunda bir aymaya başladık değil mi?
Hemen sosyal medyada doğanın ağzından, okyanusların ağzından insanoğluna ayar veren fevkalade belgesel videoları yayılmaya başladı.
Okyanus konuşuyor mesela. “Ben okyanusum, sana hayat verenim, verdiğim gibi almasını da bilirim, senden önce de vardım, senden sonra da olacağım” filan diyor.
Julia Roberts’ın seslendirdiği bir başkasında doğa dile gelmiş. “Sizden daha büyük türleri besledim ve daha büyük türleri aç bıraktım, orman da benim ırmak da, davranışlarınız sizin kaderinizi belirleyecek, benimkini değil” şeklinde konuşuyor.
Acı gerçeklerin anlaşılmasına o kadar mutluyum ki.
Doğanın zarar verip, yiyip yuttuğumuz ve sürekli zayıflayan bir gariban gibi algılanmasına çok sinir oluyordum.
Artık doğa tavrını, imajını değiştirdi. Artık algılarımızda “Bitiririm oğlum sizi” filan diyor. “Hepinizin aklını alırım” diye tehdit ediyor.
O eski şefkatli ve cefakâr ‘Tabiat Ana’ kavramı yıkılmakta. Ki bence o aşırı merhametli, hep mağdur, çaresiz bir tipti. “Sana saçımı süpürge ettim, karşılığı bu mu olmalıydı” diye göğsüne vura vura ağlayan biriydi sanki. Oysa doğa bu değil. Doğa adamı hizaya sokar! Doğayla şaka olmaz. Kuralları doğa koyar, sen uyarsın! “Bu göğün altında yaşadığın sürece, benim kurallarımla yaşayacaksın” filan der doğa. Aşırı sert, otoriter baba gibidir.
Ne babası yahu, bildiğin mafya babası, kabadayı gibidir doğa! Sırtında ceketi, belinde silahı, etrafında korumaları, çorabının içinde sustalısı vardır. Suyuna gitmek gerekir.
Onun için bu herkesin algılamaya başladığı yeni imajı daha doğru! Kötücül bir yanı ortaya çıkmış, sinirlendiğinde ağzını bozabilecek bir potansiyeli var!
Bir senarist olarak ona monolog yazmak isterdim. O bahsettiğim belgesellerden daha da sert, daha da tehditkâr konuşsun isterdim. Şöyle söylerdi sanki: “Siz kimsiniz yav? Sonuçta 1.5 metrelik, kafasına taş yese ölecek zayıflıkta, kendini yok etmekte olduğunu fark etmeyecek kadar şuursuz, paranın ve betonun yenebileceğini zanneden zavallılarsınız! Malsınız oğlum siz! Üstelik beni mal sanıyorsunuz, alıp satabileceğinizi sanıyorsunuz! Ben her şeyim lan! Her konuda benim sözüm geçer. Haddini aşıyorsun. Aşma! Kaç kere uyardık, bir halt anlamadın. Sen benim küçük, yokluğu bile fark edilmeyecek bir parçamsın sonuçta. Bitlenen saçını kestiğini düşün? Düşündün mü? Aha sen benim öyle kesilip atılacak bir parçamsın arkadaşım. Keser atar, aynen hayatıma kaldığım yerden devam ederim. Olan sana olur bak.”
Yüzyıllardır kızdıra kızdıra, yıprata yıprata, ittire kaktıra canavar yarattık ve bunun gayet farkındayız. Artık eski Tabiat Ana gibi “Beni üzüyorsun” demiyor, “Seni üzerim” diye gözdağı veriyor.
Geçtiğimiz yıllardaki bir öyle bir böyle tokatlarını da tercüme etmek gerekirse, mafya ağzıyla “Ayağınızı denk alın, hal ve hareketinize çeki-düzen verin, buralar hep benim mıntıkam, size yazık olur” diyor.
Perşembe günü cama dann dunn diye buz parçaları çarparken şöyle bir şey duydum sanki: “Hadi bugün şanslı gününüzdesiniz, affediyorum. Ama gözüm üstünüzde. Unutmayın, kaçabilirsiniz ama saklanamazsınız”!
Paylaş