Paylaş
Malum o mukaddes Peygamber ocağı hakikatini yitirince, meydan yeri şehir eşkıyasına kalmıştı.
Kanun, nizam ve asayiş (güvenlik) sağlaması gereken ordunun kendisi, her türlü kanunsuzluğu icra eden ve her daim ayaklanma çıkaran başıbozuklar güruhu halini almıştı.
Sultan 2. Mahmud, yeni bir ordu kurarak, tefessüh etmiş olan Yeniçeri Ocağı’nı lağvetti. (Vaka-i Hayriye -1826)
Toplumumuzun bugünkü ibretlik haline bakınca; aşk ve saffetini kaybeden, hakikatini yitirenin yalnızca Yeniçeri Ocağı olmadığını görüyoruz. Zira ‘Söyletmen vurun!’ ilkelliğini toplumca yaşar hale geldik.
Günlerdir, en aşağılık ve en iğrenç bir olayı, ‘Vurun Kahpeye!’ zihniyetiyle tartışıp duruyoruz. Hedefteki kişi, bir tarikat mensubu olunca da at kaçtı torba düştü!
Artık ne haberin kutsallığı kaldı ne de haberin olmazsa olmazı 5N 1K çerçevesi.
Mahut iddialar, dinleyeni de okuyanı da kusturacak cinsten; çocuk istismarı...
İstisnasız milletimizin tüm bireylerinin ortak hissiyatını, her kesimden birçok kişi gibi, Sayın Emine Erdoğan dile getirdi: “Çocuk istismarı, insanlık dışı bir suçtur, sapkınlıktır. Hiçbir dine, ahlaka, geleneğe sığmaz, mazereti kabul edilemez. Bu suçu işleyen, göz yuman, sessiz kalan herkes hesap vermelidir. Sürecin ben de takipçisi olacağım. Adaletin tecelli edeceğine inanıyorum.”
Olay yargıya intikal ettirilmiş, itham edilen kişiler arasında yargı mensubu ve sağlık çalışanları da mevcut.
Gazetecilikte, bu denli bir 3. sayfa haberine (Polis-adliye haberi) meslektaşlarımız elbette ilgisiz kalamazdı, kalmadı da. Lakin gazete sayfalarında yazılanlara, köşeyazılarındaki yorumlara ve televizyon ekranlarındaki değerlendirmelere bakıyoruz; mesleğimiz adına küçük dilimizi yutuyoruz.
Suçlanmak istenen kişi ve kişilerin bir kısmı tarikat mensubu olunca, meslek ilkelerini unutup savaş baltalarına sarılıyoruz. Dini, dindarları, tarikatları ve hatta siyasi partileri hedefe oturtup tüm ufunetimizi kusmakta beis görmüyoruz.
Hani masumiyet (suçsuzluk) karinesi vardı, ispat edilmeden kimse suçlu addedilemezdi?
Hani haberin tarafları dinlenmeden, onların görüşlerine yer verilmeden haber yapılamazdı?
Suçlayan kadının iddialarına yer veriyor ama aynı kadının, onca yıldır niye sustuğunu kimse sormuyor, sorgulamıyor.
Gazeteciler böyle de siyasetçiler farklı mı? Onlar da on parmaklarında on kara, muhataplarına kara çalma derdinde. Allah aşkına, şayet gerçekten böyle bir olay vuku bulmuşsa, insan onurunu ayaklar altına alan bu korkunç olayın neresi siyasi?
Siyasi deyip birbirimizi suçlarsak elimize bir şey geçmeyeceği gibi, hep birlikte bu korkunç olayın altında kalmaz mıyız?
Hani, suçlarda şahsilik esastı? Ortada bir suç varsa bile bunun, tüm bir camiaya şümulü, yansıtılması düşünülebilir mi? Daha yeni bir öğretmenin öğrencisine tacizi söz konusu oldu. Bundan dolayı bütün bir öğretmenler camiası suçlanabilir mi? Bu nasıl bir mantıktır?
Meclis’te AK Parti’nin öncülüğünde ‘Soruşturma Komisyonu’ kuruluyor; Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı davaya müdahil olarak avukat ve müfettiş gönderiyor. Olay dört koldan soruşturulup inceleniyor.
Sadece Berlin’de değil, İstanbul’da da mahkemeler var.
Yargısız infazcılara söylenecek tek söz: ‘Vur, fakat dinle!’ (Themistokles, M.Ö. 490)
Paylaş