Paylaş
Yani Türk Silahlı Kuvvetleri’nde astsubay veya subay, Emniyet Genel Müdürlüğü’nde polis, komiser, emniyet amiri veya emniyet müdürü...
İlgililerle konuştuğumuzda, işin daha yarısına bile gelinmemiş olduğunu itiraf ediyorlar.
Toplum olarak, iki yönden büyük bir aymazlık içindeyiz. Birincisi, biz hâlâ FETÖ olayını, sıradan vaiz görünümlü bir kişinin dinsel örgütlenmesi zannediyoruz. İkincisi de tehlikenin geçtiğini zannedip, gaflet içinde yüzüyoruz.
Bakınız: F. Gülen ABD’de korunup kollanarak yaşatılıyor. Gücünü ABD’nin derin devletinden alıyor ve dünyanın dört bir yanında melanetini kusmaya devam ediyor.
Öyle anlaşılıyor ki F. Gülen’in yetkisi CIA başkanından aşağı değildir!
Allah (cc) bunları şaşırttı da Türkiye’de darbeye kalkıştılar. En iyi bildikleri ve uyguladıkları şey olan ‘takiyye’ye devam etselerdi bir, bilemediniz iki yıl zarfında ülkemiz, tüm kurum ve kuruluşlarıyla zaten bunların eline geçmiş olacaktı!
O ele geçirmenin nasıl olacağı ise tartışılır. Mutlaka içsavaş çıkar ve Allah saklasın ülkemiz bölünürdü. Zaten kalkışmalarının amacı da bu değil miydi?
O uğursuz 15 Temmuz gecesi asla unutulamaz. TSK’nin içinde yuvalanmış, mankurtlaşan bir kısım çete mensubu ayaklanmış; Cumhurbaşkanlığı’nı, TBMM’yi, Emniyet’in Özel Harekât Müdürlüğü’nü ve sivil halkı bombalayarak kurşun yağmuruna tutmuştur.
Halkın ve liderin (hem Sayın Erdoğan hem Sayın Yıldırım) darbeye karşı gösterdikleri şanlı direniş her türlü övgüye layıktır.
Liderin tek başına kahramanlığı da bir şey ifade etmeyebilir. Yalnızca kendini kahraman yapar, çarpışarak ölümü bile halkını kurtarmaya yetmeyebilir.
Darbelerden gına getiren halkımız, ayaklanmanın ilk belirtileriyle birlikte çağrılı ve çağrısız olarak meydanlara koştu.
Lider de (Sayın Erdoğan) gözünü karartarak, halka darbeye direnme ve meydanlara inme çağrısı yaptı. Kendisi de çoluk çocuğuyla birlikte burnunun dibindeki Yunan adalarına sığınmak yerine, halkının kendisini beklediği Atatürk Havalimanı’na indi. (1967’de Yunanistan’da darbeyle tutuklanan Mitsotakis, Türkiye’ye sığınmıştı.)
Halkımız, uçaksavar mermilerine bedenini siper etmiş, çıplak elleriyle tanklara direnmiştir. Böyle destansı bir direnişin dünyada başka bir örneği yoktur.
İşin en vahim yönü, bu aşağılık darbe her ne kadar dışarısının emir ve telkinleriyle yapılmış olsa da emre uyan ve o soysuz darbeye teşebbüs eden düşman içimizde.
Üstelik hâlâ içimizdeler ve bizler, bunların kimler olduğunu ve ne kadar kaldıklarını bilmiyoruz!
Sayın Erdoğan bu yapıya yardım etmekle suçlanıyor –ki bu durum doğrudur- zaten kendi de bunu itiraf etmektedir. Ama söyler misiniz, asker-sivil gelmiş ve geçmiş hangi iktidar bunlara yardım etmedi?
Kendilerini öyle gizlemiş ve devletin istihbarat kanallarını öylesine ele geçirmişlerdi ki bilinmeleri adeta imkânsızdı.
Yine de bütün bunların arasından sadece Sayın Erdoğan, işin farkına vardı ve evet, yanlış okumuyorsunuz, yalnız başına bu devasa yapıyla mücadeleye girişti. Kendi hükümeti bile onu yalnız bıraktı!
Sayın Erdoğan’ı seversiniz sevmezsiniz ve hatta nefret edebilirsiniz ama hakkını teslim etmek zorundayız.
Tek başına da olsa kararlı bir şekilde bu yapının karşına geçti ve mücadele bayrağını açtı. Sayın Erdoğan bugün var, yarın yok. Ama üzerine titrediğimiz Türkiye’miz sonsuza dek yaşayacak, yaşamak zorunda.
Açmasaydı ne olacaktı? Bunu düşünmek bile istemeyiz. Çünkü ortada ülkemiz olmayacaktı, olmayan ülkede neyin kavgasını verebilecektik?
Hâlâ daha tehlike geçmiş değil, biraz izan lütfen!
Paylaş