Paylaş
Su kıvrım kıvrım akar ve yokuşlardan adeta basamak basamak iner. Yumurta-tavuk misali, birbirinin tamamlayıcısı olan su ile bulut, birbirine inatla, biri inerken diğeri çıkar...
İnsanı suya benzetip suyu da Sakarya Irmağında sembolleştiren Üstat aynen şöyle der:
“Ne ağır imtihandır başındaki, Sakarya!
Bin bir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?
İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal.
Hamallık ki sonunda ne rütbe var, ne de mal
* * *
Sen ve ben, gözyaşıyla ıslanmış hamurdanız
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader
Aldırma, bu dünya, böyle gelmiş böyle gider!
* * *
Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz
Sen kıvrıl ben gideyim, Son Peygamber Kılavuz!
Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk Sakarya!”
Birey ve toplum planında, insanoğlu da tarih sahnesinde inişli çıkışlı bir seyir izlemiş, zenginleştikçe azmış, burnu sürttükçe akıllanmış ve kendine gelir gibi olmuştur.
Kutsal kitap metinleri ve tarih, bu durumun sayısız örnekleriyle doludur.
Ne hazin tecellidir ki, insan, yaratılışı itibariyle maddeyi hükmü altına almaya memurken, kendi elleriyle putlaştırdığı maddenin emri altına girmiştir.
Bu haliyle başıboş bırakıldığını zanneden insan, yaratılış gayesini unuttu ve zalimlerden oldu.
Zulümde yarışan insan, kendine (nefsine) ihanetinin farkında olmadı ve hepsinden önemlisi yapmakta olduğu tüm bu zulümlerin yanında kâr kalacağını sandı.
İşin kahreden yanı ise günümüzde mazlumların sığınağının olmayışıdır.
Altta kalanın canı çıksın anlayışıyla nereye kadar?
Ayrıca, üstte tepinen ve mazlum kanı emmekle doymayan insan neyine güveniyor ki?
İşte gözle görülmeyen küçücük bir virüs, tüm dünyayı hop oturtup hop kaldırıyor.
Eh, ne demişler: Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste! Bir musibet bin nasihatten yeğdir. O da ibret alındığı takdirde elbette.
Anadolumuzda söylenen çok ibretlik bir söz vardır: Köy yanar, kahpe taranır!
Diken üstünde duran tüm bir insanlığın, bu denli dramatik halinden bile ibret almayanların yangına körükle gittiklerini görüyoruz.
Felaket tellalları, ufunetlerini sosyal medya denilen arenada sergiliyorlar.
İşi çığırından çıkarıp şüyuu vukuundan beter hale getirmek istiyorlar.
İnanın bunlar koronavirüsten daha tehlikelidir.
Paylaş