Paylaş
O olmuş bitmiş bir iştir zira zaman geriye doğru işletilemez.
Eski sistemin vesayete endeksli olduğunu bilip savunamadıklarından, akıllarınca ‘güçlendirilmiş’ diye bir şey uydurdular ve bundan böyle, güçlendirilmiş parlamenter sistemi (ne demekse?) dillerine doladılar. İster iddia edildiği gibi güçlendirilmiş olsun, isterse güçlendirilmemiş olsun; eski sistem (bizdeki parlamenter sistem) tam bir bürokratik oligarşi idi.
Oligarşiyi Aristo şöyle tanımlar: “Kötülerin, kendi bencil amaçlarını gerçekleştirmek uğruna insanlara tahakküm etmek için kurduğu yönetim sistemi.”
İşte devletlerin işleyiş çarkını döndüren bürokrasi denilen yapı, insanların yararından ziyade, kendi amaçları doğrultusunda dönüyorsa, bu yapı bürokratik oligarşidir.
Bu yapıda, çalan da oynayan da bürokrasidir. Diğer bir deyişle atanmışlardır.
Bu yapının tipik özelliği milletin işlerini sürüncemede bırakmaktır; tek kelime ile devlet ve millet hayatının yerinde ‘patinaj’ yapmasıdır.
Atanmışlar (bürokratlar), kendilerini kalıcı, seçilmişleri (siyasetçi) gelip geçici gördüğünden, kendilerini mülkün sahibi addetmiş, seçilmişlere de yolcu diye bakmıştır.
Hükümet ömürlerinin ortalama 18 ayla sınırlı kaldığını düşünürsek –ki bizdeki ortalama budur- devlet işleyişindeki siyasetçinin etkisinin çok az ve hatta hiç olmadığını görürüz.
61 ve 82 anayasalarının değiştirilmemiş hallerine göre ülke, hükümetlerden ziyade bürokratik kurumlar marifetiyle yönetilmektedir. Her iki anayasa da ‘vesayet’ davulunu seçilmişlerin boynuna asmış, tokmağı ise atanmışların eline vermiştir.
Bürokrasinin halkın yararına yapmadığı icraatlarının hesabını, sandıkta seçilmişler vermiştir.
Bürokrasi, devleti hükümetler yerine devletin içinde oluşturulmuş devletçikler (başlarına buyruk kurum ve kuruluşlar) marifetiyle idare etmiştir.
Bakınız: Muhalefet başkanlık sistemini hem ‘tek adam yönetimi’ deyip eleştirmiş ve hem de bütçe görüşmelerinde bakanların sunum yapmalarını uygun bulmadıklarını açıklamışlardı.
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum, muhalefetin bu çelişkisini ‘bürokratik vesayet özlemi’ olarak değerlendirdi ve şöyle dedi: “Halkın seçtiği cumhurbaşkanının halka taahhüt ettiği siyasi programdan oluşan hükümet programını kendi ekibiyle uygulaması ve kolektif bir çalışma yapması en doğal demokratik hakkıdır. Atanmışların seçilmiş cumhurbaşkanının programını uygulamasını, takip etmesini ve savunmasını istemeyenler aslında bürokratik vesayet özlemi içindedir. Atanmışların seçilmiş cumhurbaşkanına olan sorumluluğuna karşı çıkanlar, aslında, bürokrasinin halka karşı sorumlu olmasını istemeyenlerdir.”
Yani halk için değil, halka rağmen yapmanın özlemini çekiyorlar.
Vesayet siteminde işin sahibi belli olmadığından, devletin ve milletin işleri ‘kim vurdu’ya gidiyordu! Hükümetin dışında hemen herkesin yetkili olduğu mahut vesayet sisteminde devlet, tüm kurum ve kuruluşlarıyla kapanın elinde kalmıştır.
İşte bu kapanın elinde kalan ve sorumlusu belli olmayan sistemden (gerçekte sistemsizlik) dolayı FETÖ, devletin tüm kurum ve kuruluşlarını nüfuz etti.
Evet, tüm FETÖ’cülerin atamalarını siyaset kurumu yaptı lakin siyaset kurumuna bu atamalar, bürokrasi tarafından yaptırıldı.
Cumhurbaşkanının önüne 5 isim konur, bunlardan bir tanesini seçmesi istenir; 5’i de FETÖ’cüyse siyaset makamı ne yapsın?
Üstelik kurumlardaki bu denli yapılaşma (tarlaların sürülmesi), uzun yıllara dayanıyor. Bürokrasi, mahut yapıyı askeri öğrencilikten generalliğe kadar hep kendinden (FETÖ’cü) yapmış. Askeriyede bunu yapabilen diğer sivil kurumlarda neler yapamaz? Siyaset kurumu bu kadroları önünde buldu, bunları atamak ve bunlarla çalışmak zorunda kaldı.
Vesayete birazcık başkaldıranların, yani devlet ve millet lehine iş yapmak isteyenlerin akıbetlerini gördük. Kimi darağacını boyladı, kimileri de iktidardan alaşağı edildi.
Başkanlık modeline işte bu vesayetten kurtulmak için geçildi. Anlayana!
Paylaş