Paylaş
Menfaat denilince, bunun, karşılıklı olduğu anlaşılır değil mi? Bu denli karşılıklı çıkar ilişkilerinde bir denge de olmayabilir. Yani taraflardan birinin az, diğerinin çok menfaati olabilir.
Ama gelin görün ki özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra, Türkiye’nin dahil olduğu hemen tüm ittifak ortaklıklarında amaç, Türkiye’yi çırak çıkarmaktır.
Daha açık ifadesiyle dost (!) ve müttefiklerimiz (!), malı hamutuyla götürmüş, Türkiye ise tabiri caizse nal toplamıştır.
İşin en vahim yanı ise Türkiye’nin dostları ve müttefikleri olduğuna inanması ve onlara güvenip bel bağlamasıdır.
1947 yılında ABD ile yaptığımız ikili anlaşmalar ile iki ülke arasında münasebetlerde kantarın topuzu kaçırılmış ve bilahare NATO’ya girdikten sonra ise ülke, tamamen ABD’nin güdümüne sokulmuştur.
Uluslararası ilişkilerde ilk düğme yanlış iliklenince, ondan sonraki tüm iliklemeler de, aynı yanlışı tekrarlayarak devam etmiştir.
Dışarıdan bakınca; NAT bir ittifak görüntüsü veriyor lakin içine girince, bunun bir ittifaktan ziyade; irili ufaklı hissedarlardan oluşan bir anonim şirketi olduğu görülür.
ABD patronajındaki bu şirketin yüzde 50’den fazla hissesi ve ayrıca altın hisse, bu büyük ortağın elinde bulunuyor. Diğer ortakların hepsi bir araya gelse bile bir karar alamıyor.
Bu şekildeki bir ortaklıkta Türkiye’ye düşen hisse ise NATO’nun Güney-Doğu kanadında karakol görevi üstlenmekten ibarettir.
Bu ittifaka üye olunmasının en önemli sebeplerinden biri meşhur 5. Madde’dir. Buna göre, ittifak üyelerinden birine yapılacak saldırı, ittifakın tüm üyelerine karşı yapılmış sayılır. Dolayısıyla mahut saldırıya hep birlikte karşı konulur.
Türkiye’nin NATO içindeki durumu, kelimenin tam anlamıyla trajikomiktir.
Zira Türkiye, dost ve müttefik bildiği ülkelerin hedefindedir. Başta ABD olmak üzere, hemen tüm Batılı dost ve müttefikleri, Türkiye’ye karşı sürekli düşmanca tavır sergilemekteler.
Bu ülkeler, Türkiye’nin savaş halinde olduğu terör örgütlerini bizzat kuruyor, eğitiyor, silah ve mühimmatla donatıyor ve Türkiye’ye karşı saldırtıyor. FETÖ, DAEŞ, PKK, PYD, YPG gibi terör örgütleri, hep ABD ve Batılı ülkelerin koruması ve gözetimindedir.
Vesayet rejimi gözlerimizi öylesine kör etmişti ki, dost ve müttefiklerimizden (gerçekte düşmanlarımızdan) onca darbeler yememize rağmen bir türlü uyanamadık. Çünkü uyanacak ve ardından milleti de uyandıracak makam ve mevkiler hep vesayetle ipotek altındaydı.
Yani onca musibetler, aklımızı başımıza devşirse de; karşı koyacak ve silkinip ayağa kalkacak irade olmadığından, bir şey yapamadık.
Silah ve mühimmatımızı üretemedik. Düşünün, en çok lazım olduğu anda İHA’ları bile bizden esirgediler.
Kötü komşu insanı mal sahibi yapar. İşte kötü dost ve müttefikler de ülkemizi mal sahibi yaptı; kendi silah ve mühimmatımızı ürettik, üretiyoruz, daha da üreteceğiz.
Ürettiklerimiz karşısında, dost (!) ve müttefiklerimiz (!) şaşakaldılar ve adeta çılgına döndüler.
İşte Sayın Erdoğan, ülkesini vesayetten kurtardığı ve gerekli siyasi iradeyi ortaya koyup, yerli ve milli savunma sanayimizi geliştirdiği için hedefte.
Bunu anlamayıp veya anlamaz gözüküp, dışarısıyla el ele tutuşup Erdoğan düşmanlığı yapmak, gerçekte Türkiye’ye yapılabilecek en büyük kötülüktür.
Hâlâ sarayı, uçakları vb. dillerine dolayanlar var; Allah aşkına bunlar Sayın Erdoğan’ın malı mı? Sayın Erdoğan bugün varsa, yarın yok. Ama bu devlet ebet müddet.
Onlar da bu devletin malları; Erdoğan bunların bir tek çöpünü bile almadan gidecek.
Paylaş