Paylaş
Demokrasilerin olmazsa olmazı, iktidarları denetleyen muhalefet partileridir. Zira bugünkü muhalefet partileri yarının iktidarına namzettir.
Türk demokrasisi ta başından (1945) beri sorumlu muhalefet sıkıntısı çekmektedir. Bunun da sebebi, 27 yıl tek başına ve üstelik tek parti olarak iktidar olan CHP’nin, demokratik ilk seçimde hezimete uğrayıp muhalefete düşmesidir.
CHP, o gün bugündür, bu denli hezimeti hazmedebilmiş değildir. Nasıl hazmetsinler ki; devri iktidarlarında CHP’nin il başkanları, bulundukları şehrin hem belediye başkanıydılar ve hem de valilik görevini ifa ediyorlardı.
Muhalefetsiz bir sistemle ülkeyi uzun yıllar yönettiler. Bu yüzden olacak ki, iktidar olan rakibini tenkit etmek, sorumlu denetim yapmak yerine, rakibini inkâr, iptal ve hatta imha etmeyi maharet bilmiştir.
Bunu yerine getirebilmek için de, on parmağında on kara çalmayı düstur edinmiştir.
Karalamaktan öte, yıkıcı muhalefet yapmayı şiar edinmiştir. Nitekim bu durumu kendileri de övünerek dillendirmektedir: ‘AK Parti dünyanın en güzel işini de yapmış olsa, bizim görevimiz, bunu beğenmemek, yanlış bulmaktır. Millet bize bu görevi vermiştir.’
İyi de; millet size, millet adına yapılan en güzel işleri de karalayın, inkâr edin, görmezlikten gelin ve hatta bu denli hizmetleri ve yapanları imha edin diye bir görev vermedi. Millet, size, benim adıma iktidarı denetle, yanlış gördüğün icraatları tenkit et, dedi.
Benim (millet) adıma hayırlı gördüğün hizmetleri karalama, yapanları hor görme, aşağılama, dedi. Bilakis millet adına taş üstüne taş koyanı hayırla yâd et! İlle tenkit edeceksen, neden iki ve hatta üç taş koymadın diye muhalefet et.
Yani hizmeti az gör lakin bütünüyle inkâr etme! İnkâr ettiğinde, yalancı ve gülünç oluyorsun, zira millet yapılan eserleri görüyor.
Bu son on dokuz yıl içinde ülkenin dört bir yanında yapılan devasa eserleri görmemek için kör olmak lazımdır!
İşte bu denli yıkıcı, horlayıcı, inkâr, imha ve iftira edici tavır, siyasetin dilini de zehirledi. Siyasetteki, bu zehirli dil yüzünden, siyasiler arasında tazminat davaları gırla gidiyor.
Kemal Kılıçdaroğlu, kendinden öncekilerden tevarüs ettiği bu denli zehirli dili öylesine alışkanlık haline getirdi ki, bu yüzden mahkûm olduğu tazminat davalarının altından kalkamaz oldu. O da kurtuluşu, zehirli dilden vazgeçmek yerine, mahkûm olduğu parasal cezaları, partili milletvekillerine bölüştürmekte buldu!
Bundan da vahimi ise, sorumsuz siyasetçilerin ülkelerini, ülke yöneticilerini yabancılara kötü göstermesi ve gammazlamasıdır. Bu hale duçar olan siyasetçilerin hırsı, akıllarını öylesine örtmüş ki yaptıklarının millet ve devlet düşmanlığına kadar gidebileceğini görememektedirler.
Demokrasilerde belirleyici olan, hakem olan halktır. Halk, her türlü demokratik çözümün kaynağıdır. Olay ve şahıslar hakkında şikâyet mercii de halktır.
Bizdeki sorumsuz siyasetçi, kendi halkından değil, başka mercilerden medet ummaktadır. Bu tip siyasetçilere dikkat edin; kendi kirli emellerine askeriyeyi, yargıyı, medyayı ve iş dünyasını alet etmekten çekinmezler.
Bunlardan bir kısmı daha da ileri giderek, kendi devlet insanlarını yabancılara şikâyet edip, onlardan himmet beklerler! Ne yazık ki, siyasette bu denli nadanlıklara da şahit olduk.
Siyasetteki zehirli dilin, şimdiye dek örneğine rastlanmayan en çirkin örneğini ise, Sayın Erdoğan’ın, çocuk kanıyla beslenen seri katil Netanyahu’ya benzetilmesinde gördük.
Kundaktaki bebekleri varil bombalarıyla paramparça eden, kan emici bir vampirle; kendi ülkesine ve halkına saldıran teröristleri etkisiz kılan birini aynı kefeye koymak, hangi akla hizmettir?
Bu dengesizlik ve şuur kaybı, teröristlere ve onların arkasındaki güçlere destek olmak ve onlarla ortak hareket etmektir.
Sözün bittiği yerdeyiz.
Ne diyelim; Allah hepsinin müstahakını versin!
Paylaş