Paylaş
İnsanı dehşete düşüren diğer bir tespiti de şöyledir: ‘Türkiye’nin bir hain kontenjanı var; bu, nüfusun yüzde onudur.’
Şimdi sorarım size sevgili okuyucularım; bu kadar çok haini olan başka bir ülke gösterebilir misiniz? Elbette ki hayır. Peki, bu durumun nereden kaynaklandığını biliyor musunuz?
Dün olduğu gibi, bugün de tüm emperyalist ülkelerin gözleri bizim topraklarımızdadır. Birinci ve İkinci Büyük Savaşların galipleri, bu toprakları paylaşamadıkları için bize bıraktılar. Bıraktılar derken, tamamen terk etmediler; terk etti gözüküp içimizden devşirdikleri insanlarla, oluşturdukları vesayet sistemiyle devlet ve millet hayatımızın en ücra köşelerine kadar nüfuz ettiler.
Attilâ İlhan’ın, ‘Nüfusun yüzde onu’ dediği kesim, toplumun kimi kanaat önderleri ve sözde kimi aydınlardır. Yalnızca FETÖ’nün her kesimden devşirdiklerine bakın, ne demek istediğimizi anlarsınız.
Toplumumuza arız olan bu hastalık, bugünün meselesi de değildir, dünden, ta Osmanlı’nın gününden tevarüs ettiğimiz (adeta bize miras kalan) bir illettir. Zira İngiliz’den daha İngiliz, Alman’dan daha Alman, Rus’tan daha Rus, Fransız’dan daha Fransız paşalarımız yakın tarihimizin kirli şahsiyetleridir.
Rus yanlısı Mahmut Nedim Paşaya, ‘Nedimof’ isminin verilmesi, paşanın dışının bizden, içinin ve kalbinin Rus’tan yana olduğunu göstermez mi?
Merhum Hasan Celal Güzel’den dinlemiştim; ANAP Genel Başkanlığı için Mesut Yılmaz’la yarışırken, büyük bir ülkenin büyükelçiliğinden iki kişi, iki bavul dolusu dolarla ziyaretine gelirler. Her türlü yardıma hazır olduklarını söylerler.
Onlar, herkesi kendileri gibi gördüklerinden (onların ilahları paradır), hemen herkesin belirli bir fiyatı olduğuna inanırlar. Hasan Bey onları defeder, tabiatıyla seçimi de kaybeder ve genel başkan seçilemez.
Hasan Bey, yerli ve milli olduğundan, o paraları almadı; alsaydı, belki genel başkan ve hatta başbakan olacaktı ama o süreçlerde davul kendi boynunda, tokmak başkalarının elinde olacaktı.
Parayı veren düdüğü çalacaktı.
Onların düdükle beraber, insanımızı, insanlarımızın ışıltılı beyinlerini nasıl çaldıklarını (devşirdiklerini) ve kendi kirli emelleri istikametinde nasıl kullandıklarını hep gördük ve görmeye devam ediyoruz.
Burada vurgulanan paradan kasıt, yalnızca alışverişte kullanılan değişim aracı değildir. Makamdır, maldır, şöhrettir, kasettir (şantaj) ve hepsinden önemlisi, kitlesel devşirme aracı olarak kullandıkları sözde dindir.
Attila İlhan’ın belirttiği, toplumun yüzde onluk kesiminden olmamak için, daha açık ifadesiyle yukarıda sayılan nefsin arzularına yenik düşmemek için, paha biçilmez olmanız lazımdır.
Onlar, insanları alınıp satılan mal (meta) olarak görürler; dolayısıyla onlara göre her malın bir fiyatı vardır.
Şu halde; liderlerde arayacağımız özellik, onların alınıp satılamayan ‘vakıf malı’ olmalarıdır. Hem vakfedilmiş olacaklar ve hem de kendilerini millet ve devletlerine vakfetmiş, dava insanları olacaklar.
Sözümüz meclisten dışarı da bu yabancı ülkelerin büyükelçi ve konsoloslarının, ısrarla bazı kapıları aşındırmasına ne demeli?
Açıklasalar da bilsek ve olur olmaz düşüncelerden kurtulsak olmaz mı?
Paylaş