Paylaş
Bu durumun paralelinde de dünden, köklerimizden tevarüs ettiğimiz değerlerimize sahip çıkmak şöyle dursun, düşman kesiliyorlar.
Üstelik bu rezil yaklaşımlarını, şahıs planından çıkarıp devlet politikası haline getiriyorlar. Bu yüzden de onlarca yıl boyunca devletle milletin arasını açtılar.
Bu zihniyete göre, milletin de devletin de doğuş tarihi 1923’tür ve ondan öncesi yoktur. Halbuki bu kişiler, ülkemizdeki kurum ve kuruluşların merkez binalarının kitabelerinde yer alan kuruluş tarihlerine baksalar, 150-200 senelik kurumlar olduğunu görürler.
Malum, Cumhuriyet’ten önceki devletlerimiz din temelliydi (Osmanlı, Selçuklu). Hatta sahip olduğumuz dinin (İslamiyet) asırlar boyu bayraktarlığını yapmış bir milletiz.
Cumhuriyet’le birlikte laikliği de benimsemiş ve yeni devlet yapımızın tüm inançlara ve hatta inançsızlıklara eşit mesafede olacağını vadetmiştik. Ne yazık ki bu vadimizi tutamadık; 1300 yıldır İslamiyet’le yoğrulan ve ruhunu onunla bezeyen milletimizin bireylerinin, inançlarına ve dini hayatlarına müdahale ettik.
1300 yıldır başörtüsü takan bu milletin bireylerinden bir tek kişi bile başını açanı asla kendinden farklı görmedi ve onu ötekileştirmeyi aklının ucundan bile geçirmedi.
Ama gelin görün ki bu milletin milyonlarca başı örtülü kızları ‘öcü’ görüldü ve dışlanmak istendi.
En tabii insan hakkı olan eğitim hakları ellerinden alındı ve onlar adeta karanlığa mahkûm edildiler.
On yıllar boyu, yanlış anlayıp uyguladıkları laiklik uğruna, bu milletin evlatları ayrıştırıldı, itildi kakıldı, dışlandı, ötekileştirildi.
Demokrasiye geçtiğimiz 1950’den beri iktidara gelen tüm hükümetler ve onların başı olan Başbakanlar (Menderes, Demirel, Özal, Erbakan ve Erdoğan) hep laiklik düşmanı olarak suçlandılar.
Tüm bu liderlerin, laikliği gerçek manasıyla yani din düşmanlığı şeklinde olmayan uygulamalarını anlamamakta ısrar ettiler.
Hâlâ daha bu ısrarlarını sürdürenler var!
Sayın Erdoğan, başörtüsü konusunu problem olmaktan çıkardı, anayasal güvenceye kavuşturmak için de uğraşıyor. Açılışlarda ‘Besmele’ çekiyor, DİB’ine dua ettiriyor, şehit evlerinde Kuran-ı Kerim okuyor; yılların özlemi Ayasofya’yı ibadete açtı, Taksim’e cami yaptırdı.
Bütün bunlar, halkımızın özlem ve beklentileriydi ve bunların devletimizin işleyişi ile bir ilgisi yoktur. Malum Sayın Erdoğan, dindar bir kişiliğe sahip. Onun ‘Besmele’ çekmesi veya Kuran-ı Kerim okuması, bireysel bir davranıştır; devletle, devletin işleyişi ile bir ilgisi yoktur.
Nitekim laiklik bir devlet uygulamasıdır; bireylerin laikliği düşünülemez. İnançlı ya da inançsız kişiler, laik devlette eşittir ve aynı muameleye tabidirler.
CHP’li Ekrem İmamoğlu Eyüp Sultan’da Kuran-ı Kerim okuduğunda kimsenin sesi çıkmıyor. Normal olanı da budur. Herkesin şahsi inancı veya inançsızlığı kendisini ilgilendirir.
Ve hiç kimsenin, inancının veya inançsızlığın gereğini yapması (dindarsa ibadet etmesi, değilse, etmemesi) kimseleri ilgilendirmediği gibi, devleti de ilgilendirmez.
Ayrışmaktan ve ötekileştirmekten kurtulmak için, birbirimizin renklerini, farklılıklarını (inançlının inançsıza, başörtülünün başı açığa vb.) olduğu gibi görmemiz ve birbirimize tahammül etmemiz gerekir.
Mesele, herkesin kendisi olması ve kendisi olmayanların hayatlarına karışmamasıdır.
Başta da devletin...
Paylaş