Paylaş
Kendilerinin de işaret ettiği gibi, İstanbul’un devasa sorunları (başta trafik) katlanarak devam ediyor.
Değil icraat yapmak, merkezi yönetimin İstanbul için yürüttüğü büyük projelere nasıl taş koyarım, bunları nasıl geciktiririm derdinde.
Bizdeki muhalefetin “İstemezük”, “Yaptırmayız”, “En iyi de olsa karşıyız” anlayışıyla süratle hemhal olan İmamoğlu; yönetimde olmasına karşın yapmak yerine yaptırmamayı şiar edinmiş.
On ay içinde gözlemlediğimiz kadarıyla mesaisini de en olmayacak günlerde tatile ve icraatları engellemeye dönük eylemlere ayırmış.
Seçilir seçilmez ayağının tozuyla ve İstanbul’da sel olunca soluğu Bodrum’da alan Sayın Başkan, Elazığ-Malatya deprem felaketinde de Erzurum Palandöken’de kayak keyfi yapmaktan geri kalmadı.
Abdulkadir Selvi arkadaşımızın bu konudaki sorularını cevaplandırırken de “Ailem benim kutsalımdır, siyaseti kutsalmış gibi yaşamın ana merkezine oturtmam” demişsiniz.
Oysa seçim sonuçlarına itirazlar yapılıp tekrar sayımlar günler alınca “İstanbulluların hizmet beklediğini ve bir saniye bile geciktirilmemesi gerektiğini” siz söylüyordunuz.
Nitekim dile kolay, İstanbul’daki o koltuğa oturabilmek için 25 sene beklenilmişti.
Acele etmekte haklıydınız ama görünen o ki sizin aceleniz gelir gelmez binlerce işçiyi sorgusuz sualsiz kapıya koymak şeklinde tecelli etti.
Bu toplumda herkesin ailesi kendilerinin kutsalıdır. Yalnız, bu ülkeyi İskandinav ülkeleriyle ve bizim insanımızı da oranın insanlarıyla karıştırmamak lazım. Oralarda hem yerel meclisler ve hem de parlamentolar haftada bir, bilemediniz iki kez ve üstelik birkaç saatliğine toplanır. Biz de ise (parlamenterlik yaptığımdan biliyorum) neredeyse mesai mefhumu yoktur.
Çoğu günler sabahlara kadar çalışılır. Siyasetçinin karısı dul, parası pul diye boşuna söylenmemiştir.
Vaktiyle bir doktor arkadaşım “Telefonum 24 saat açık, her zaman arayabilirsiniz. Gece yarısı da olsa arayın, zira ağrının vakti olmaz. Ayrıca rahatını düşünen bu mesleği seçmez!” demişti.
İşinin sorumluluğunu hisseden doktor, bir veya birkaç hastanın sağlık sorumluluğuyla bunları söylüyor. Ya binlerce, milyonlarca insanın hayat memat sorumluluğunu alan yöneticiler ne demeli, nasıl yapmalı?
Zira milyonlar hizmet bekliyor ve bunların bir an önce çözüme kavuşturulması lazım. Millet olmak tasada ve kıvançta bir ve beraber olmayı gerektirir. Yöneticiler ise bedendeki baş gibidirler. Bedendeki tüm uzuvların acıları başta birleşir ve baş, tüm bu acıların hepsini çeker.
Zira hepsinin sorumluluğunu alarak o makama çıkmıştır.
Bakınız, Avustralya Başbakanı yangında gerekli önlemleri alamadı diye aralarına girdiği halk tarafından kovuldu, kimse yüzüne bakmadı.
Köy yangın yerine dönmüşken idarecilerin o köyde veya başka bir yerde taranması, keyif sürmesi çok yadırganır. Hem de unutulmamak üzere!
Gerçek dost ve gerçekten iyi idareci kötü günde belli olur.
Öyle “İçimde acıyı hissederek kayak yaptım” lafını da kusura bakmayın, kimse yemez.
Öyle el işte, gönül oynaşta olmuyor.
Olmadı, olmuyor Sayın Başkan!
Paylaş