Paylaş
Çünkü oraya erişimin çok zor ve hatta mümkün olmadığını zannederdik.
Sonraları teknoloji hızla gelişti, öyle ki, koskoca dünya köy halini aldı. Adına küreselleşme dediğimiz küçücük dünyamızda köşe kapmaca oynamaya başladık.
Dokunmatik bilişim teknolojisiyle neredeyse zaman ve mekânı ortadan kaldırdık.
İstediğimiz her şey ayağımıza geliyor, istediğimiz her yerde olabiliyorduk. Bu denli bir zaman ve mekân da kayıtsızlık ve sözde fiziki birlikteliğin yanında ruhi uçurumlar meydana getirdi.
Zira altta kalanın canı çıkıyor, bunu görmemize rağmen umursamıyorduk.
Hız ve hayatımızdaki süratli akış aklımızı başımızdan almıştı.
Bindiğimiz bu alametle hızla kıyamete doğru gidiyorduk.
Bu hengâme içinde unuttuğumuz bir şey vardı, o da kendimizden başkası değildi.
Küreselleşmenin yalnızca fikirlerin, kültürlerin, para, mal ve hizmetlerin sınırları aşıp bütünleşmeye ve ticaretle tatmine sebep olacağını düşündük. Hep öyle olacağını hesap ettik, öyle de davrandık.
Onca uyarılara rağmen, çeşitli felaketlerin de sınırları aşıp küreselleşeceğini ve tüm insanlığı tehdit edebileceğini düşünmedik.
Düşünebilenlerimiz ise bilinçli ya da bilinçsiz olarak, bu durumu filmlere ve kitaplara konu etti. Geniş halk kesimleri, tüm bunları ‘hayal ürünü’ diye okudu veya izledi.
Koronavirüs, küreselleşmeyle hızla dünyaya yayıldı ve herkesi tehdit ederek, insanları evlerinde oturmaya mahkûm etti.
Bütün dünyada, izdihamdan geçilmeyen sokak, cadde ve meydanlar kuşlara kaldı.
Karantinanın ilk günlerinde evde kalmak, bol bol dinlenmek, kitap okumak, kısaca kendimizi dinlemek iyi bir fırsat olacak diye kendimizi ikna etmeye çalıştık.
Ancak bilmiyorduk: Bu küreselleşme illeti bizleri aileden koparmış ve adeta sokak çocukları yapmıştı. Zira modern dünya çoktan evlerimizi ‘sıcak bir yuva’ olmaktan çıkarmıştı.
Dışarıdaki sahte dünyanın büyüsüne aldanmış, içimizdeki fırtınaları ve homurtuları duymaz olmuştuk.
Evlerimizi otel gibi kullanıyor ve doğrusu, burada uzun uzun nasıl vakit geçirebileceğimizi bilmiyorduk.
Bu yüzden, evde kalmak tutsaklık gibi gelmeye başladı. Çünkü toplumsallaşma, sosyalleşme, üretme, faydalı veya zararlı olma hepsi dışarıda mümkündü.
Bu yüzden evde kalmak birçoğumuza eziyet gibi geldi.
Acizliğimizi iliklerimize kadar hissettiğimiz bu netameli günlerde, neleri unuttuk, nerede yanlış yaptık, biz kimiz ve neye memuruz diye bir muhasebe yapmaya mecbur ve hatta mahkûmuz.
Böylece kapitalist sistemin dayattığı şuursuzca, hunharca tüketmeye alışmış ruhumuz, biraz olsun uslanır sanırım.
Ne demişler, bir musibet bin nasihatten yeğdir.
İbret alabilene elbette...
Paylaş