Paylaş
Oysa insanoğlu, geliştirdiği teknoloji ile dünyayı bir köy haline getirmişti. Kapitalizm, adına küreselleşme dediği bu illetle geniş kitleleri, aynı anda cambaza baktırıp sömürü düzenine devam ediyordu.
Zorba güçlüydü ve dünya üzerinde zorbaların hukuku egemendi. Zorbanın tek dayanağı sahip olduğu yenilmez(!) orduları, kitlesel ölüm kusan silahları, altınla ölçülen kâğıt paraları (sömürü ile elde ettikleri güçlü ekonomileri) ve hepsinden daha önemlisi, tüm bu güçlerin kendilerine vehmettiği kibirleriydi.
Onlar buna özgüven deyip, kendilerini avutup başkalarını kandırmaya çalışıyordu ama gerçekte alçak dağları kendilerinin yarattıklarına inanıyorlardı.
Beyaz adam asırlar boyu yalnızca kendini insan bildi ve beyaz olmayanlara hayvan muamelesi hatta daha aşağılığını yaptı.
Zalim, gücü oranında zulmünü arttırdı; beğenmediklerini önce ötekileştirdi, akabinde gırtlağına çöküp nesi varsa yağmaladı.
Gözle görülmeyen küçücük bir virüs geldi, herkesi hizaya sokup eşitliği sağladı. Burada burunları en çok sürtenler ve canları acıyanlar zalimler, zorbalar, zenginler ve yönetim kadrosunda bulunan mütekebbirler oldu.
Çünkü onların canları çok tatlıydı(!) ve kaybedecekleri çok şeyleri vardı. Bundan dolayı da ölürlerken gözleri açık gidiyorlardı.
Küreselleşme ile birlikte dünyanın her yanında, insan insanın kurduydu. Bütün bir insanlık küresel güçlerin baskı, dayatma ve zulümleri altında inim inim inliyordu.
Mazlumların sesleri bile çıkmıyor, kimsesiz ve sessizce öldükleriyle kalıyorlardı.
Bu virüsle birlikte zenginle fakir, beyazla zenci, başbakanla temizlik işçisi, zalimle mazlum, amirle memur, acıyla ve hatta ölümle eşitlenip insan olduklarını ve yanıldıklarını gördüler.
Zira komşu komşunun külüne muhtaçtı. Bu virüsle ise bütün bir insanlık birbirinin yardımına muhtaçtı. Öyle ki, ya birlikte kurtulacak ya da birlikte öleceklerdi.
Meğerse insan en değerli mahlukmuş!
İnsan olarak, yaratılışları itibariyle en üstün varlıktılar (eşref-i mahlûk) ve insaniyet bakımından, tarağın dişleri gibi eşittiler. Aralarındaki üstünlük, insanlıklarıyla doğru orantılıydı, öyle olmalıydı.
Ne kadar insanlarsa o kadar üstün, insanlıklarını ne denli yitirirlerse de o kadar barbar ve o kadar yamyam olacaklardı.
Oldular da, lakin hiçbir oluşumdan ibret almadılar.
Gözle görülemeyen küçücük virüs gelip bunu öğretti: İnsanlık zenginlikte, beyaz olmakta, amirlikte ve güçlü olmakta değil; birbirini sevmede, birbirine yardım etmede, sahip olduklarını paylaşmakta ve birbirlerine saygılı olmaktadır.
Böylece insan, aciz olduğunu ve hele tek başına olduğunda kendine bile yetemeyeceğini gördü. Yaşayabilmesi için dahi diğer insanlara muhtaçtı.
Şimdiye değin tüm yaptıklarının nankörlük olduğunu gördü ve kahroldu.
Ve sonunda insan kadri bildi.
Bu bir virüs mü, filozof mu; ne dersiniz?
Paylaş