Paylaş
Ama perşembenin gelişi çarşambadan belliydi, zira Soğuk Savaş döneminin bittiği 1991 yılından beri, İslam âlemi olarak ağız tadıyla bir bayram yapmadık, yapamadık.
O günlerden bugüne yazdığımız bayram yazılarının başlıkları hep ‘buruk’ kelimesiyle ifade ediliyordu.
Artık nerede o eski bayramlar derken, bayağı eskilerin özlemini dillendirmiş oluyoruz.
Sovyetlerin parçalanmasıyla tek süper güç kalan ABD, tabiri caizse fincancı dükkânına (özellikle Ortadoğu’ya) fil gibi daldı. BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) denilen, aldatmaca ‘hürriyet’ ayaklanmalarıyla bölgedeki İslam ülkelerini perişan edip kendi güdümüne soktu.
Koca İslam coğrafyasında yalnızca Türkiye’nin bileğini bükemedi, onu da darbe üstüne darbelerle hizaya sokmak istedi ve halen de bu isteğinden vazgeçmiş değil.
Emperyal güçlerin sosyal, siyasal, finansal ve askeri hücumları karşısında dünyaları kendilerini dar edilen İslam âlemi can derdine düşmüşken, hangi bayramı ağız tadıyla yapabilirdi?
Kendi ellerimizle oluşturduğumuz, sözde ‘modern’ dünyamızda baş döndürücü bir hızla koşuştururken ailemizi, yakınlarımızı ve komşularımızı ve hatta kendimizi çoktan unutmuştuk.
Zira hepsiyle mesafeliydik, kendi gerçeğimizle de mesafeliydik!
Bu yüzden bayramlarda bile herkesi terk edip tatil beldelerine koşuyorduk.
Kendimizden kaçışımızın farkında değildik.
Eski bayramların bütünleştirici, kaynaştırıcı ve birbirimize olan sevgiyi arttırıcı dinamizmini çoktan kaybetmiştik.
El öpmeyi ve kucaklaşmayı bırakıp telefonla hal hatır sormakla yetiniyorduk.
Ettiklerimiz yüzünden, bugün geldiğimiz noktada ise belli ki kıymetini bilmediğimiz bayram ve bayramlaşma nimeti de elimizden alındı.
Artık en yakınlarımıza bile fiziki mesafe zorunluluğu var. El öpemediğimiz gibi, sarılmak da yasak!
Dahası indiğimiz sokakta, dolaştığımız çarşı pazarda, girdiğimiz dükkânlarda maske takmak zorundayız.
İşin en kötü yanı ise tanısın ya da tanımasın tüm insanların birbirlerine şüpheyle yaklaşması.
En yakınımız bile aksırsa, tedirgin oluyoruz.
Mahut virüs ise hayatı tüm insanlar için eşitledi, bundan böyle yalnızca Müslümanların bayramları hüzünlü değil, diğer inanç grupları için de durum aynı.
Virüsün öğrettiği, kederde, acıda, elemdeki eşitlenmeyi acaba sevinçte ve kıvançta da becerebilecek miyiz?
Herkesin merak ettiği şey, virüs sonrası dünyanın nasıl bir hal alacağı keyfiyeti; yine eski tas eski hamam mı, yoksa ‘bir çil horozun şafakla hediye ettiği yepyeni bir dünya mı?’
Kim bilir, belki de bu virüs tıpkı HIV gibi hep hayatımızda olacak!
İyisi mi biz tadı olmasa da bu hüzünlü bayrama ‘merhaba’ diyelim ve herkesin bayramını kutlayalım.
Ne diyelim, Allah c.c. beterinden saklasın!
Paylaş