Paylaş
Nitekim bu denli coğrafyalarda birçok devlet kurulmuş lakin bu devletler tarih sahnesinden silinip gitmiştir.
Her zaman söyleriz, Karadeniz Bölgesi’nin arazisi dik yamaçlardan oluşur. Ova şeklinde düzlük bir yeri yoktur. Dolayısıyla bu arazide her insan yaşayamaz; burada yaşamanın bir bedeli vardır.
Dik arazide ayakta durabilmek bile bir efor ister; boş bulunursan aşağıya yuvarlanırsın.
O yörede yaşayan insanımıza bakın, değişik bir tip görürsünüz. Hırçın, asabi, çabuk hareket eden, her an teyakkuzda, her an tehlikenin gözünün içine bakan ve öyle yaşamak zorunda olan bir insan tipidir bu.
Devletler arenasında Türkiye de aynı konumdadır. Zira burası, bir imparatorluk bakiyesidir ve o imparatorluğu parçalayan müstevlilerin gözleri hâlâ bu coğrafya üzerindedir.
Müstevliler, Sevr projesinden vazgeçmiş değillerdir. Gayeleri, bu coğrafya üzerinde büyük Kürdistan’ı ve büyük Ermenistan’ı kurmaktır. Türkleri, Orta Anadolu’ya hapsedip, İstanbul ve İzmir’i, bölgeleriyle birlikte Türkiye’den ayırmak ve onlara ayrı bir statü tanımaktır.
Bu projeyi dün tatbik etmek istediler, başarılı olamadılar. Zira bu milletin azim ve kararlılığı buna müsaade etmedi. Vermiş olduğu Kurtuluş Savaşı’yla, müstevlilerin bu heveslerini kursaklarında bıraktı.
Aynı plan, bugün de sahnelenmek istenmektedir.
PKK, PYD, YPG, FETÖ ve enva-i çeşit terör örgütleri bu gaye için kurulmuş ve üzerimize salınmaktadır. Papa’nın başındaki harita, bu uğursuz projenin yalnızca bir parçasıdır.
Dün, Irak’ı üçe böldüler, bugün Suriye’yi üçe bölüyorlar. Hedefte, başta Türkiye olmak üzere, tüm bölge ülkeleri var. Bölge ülkelerinden sadece iki tanesi (Türkiye ve İran) çetin cevizdir, diğerlerinin bir sıkımlık canları var.
Bu ülkelerin ipleri, müstevlilerin elinde bulunduğundan, o bir sıkımlık canlarını, şimdilik bağışlıyorlar. Zira istedikleri an, paramparça eder ve o kurmaca devletlerini başlarına yıkarlar.
Bu ülkelerde zerre kadar akıl, izan olsaydı; dün olduğu gibi, bugün de Türkiye ile birlikte hareket ederlerdi. Türkiye ile birlikte şerefleriyle, haysiyetleriyle yaşarlar, bugünkü gibi zillet içinde bulunmazlardı.
Bu çetin coğrafyada Türkiye, gecesini gündüzüne katıp, dünyanın ilk on ekonomisinde yerini almalıdır. Ne kadar güçlü olursak, bu engebeli coğrafyada ayağımız o denli sağlam basar.
Bölgemizdeki tüm ülkeler, Afganistan’a, Irak’a ve Suriye’ye bakıp ibret ve önlem almalıdır. Akıllarını başlarına devşirmedikleri takdirde, aynı akıbete kendileri de uğrayacaktır.
Malum Saddam ABD’ye, Babrak Karmal ile Esed de Rusya’ya bel bağlamıştı; kendilerinin ve ülkelerinin durumları ortada!
Türkiye, tarihinden aldığı güçle, ne doğudan kopabilir ve ne de batıya sırtını dönebilir. Lakin şu hususun da üstünü kalın çizgiyle çizeriz: Kurda sormuşlar, ensen neden kalın? İşimi kendim görürüm de onun için, demiş.
Bugünümüze ve yarınlarımıza güvenebilmemiz için, işimizi kendimiz görmemiz, başkalarına muhtaç olmamamız lazım.
Bunun da yolu güçlü olmaktan geçiyor.
Zira günümüz dünyasının tek anladığı dil, budur.
Hak, hukuk ve adaletin sırra kadem bastığı bu dünyada, gücün kadar haklısın!
Gücümüz olmasaydı, sınırlarımızı güvence altına alabilir miydik? Gücümüz olmasaydı, Akdeniz’deki haklarımıza sahip olabilir miydik? Gücümüz olmasaydı Azerbaycanlı kardeşlerimizi, Dağlık Karabağ’da, içine düşürüldükleri zilletten kurtarabilir miydik?
Paylaş