Paylaş
Er ya da geç, eden mutlaka karşılığını bulur.
Bu durumun tipik örneğini, her daim toplumun önünde bulunan siyasetçilerde açık bir şekilde görüyoruz.
Deniz Baykal, CHP Genel Başkanı iken, vergi memurluğu ve Tuncelili olmaktan başka hiçbir özelliği olmayan Kemal Kılıçdaroğlu’nu önce milletvekili yaptı, sonra da Grup Başkan Vekilliği’ne kadar çıkardı.
Kılıçdaroğlu tüm bu görevlere, Baykal’ın tensipleriyle, uygun görmesiyle geldi.
Yine bizim kültürümüzde çok önemli bir ikaz var, şöyle ki: ‘İyilik ettiklerinizin (şayet iyiliğe layık değillerse) zararından, şerrinden sakınınız!’
Deniz Baykal’a, FETÖ malum kaset komplosunu kurdu, görüntülerin bir kısmının yayınlanması üzerine Baykal, derhal genel başkanlık görevinden istifa etti.
Kılıçdaroğlu önce aday olmayacağım dedi, ertesi gün, birilerinin destek ve teşvikiyle adaylığını ilan etti. Seçildikten sonra yaptığı ilk icraat, kendisini destekleyip genel başkanlık koltuğuna oturtanları harcamak oldu.
Daha da vahimi ise, ne Kılıçdaroğlu ve ne de başında bulunduğu CHP, kurumsal olarak, kaset komplocularının peşine düştü. Yakalanıp adliyeye sevk edilen kişilerin mahkemelerini bile takip etmediler.
Velinimetleri olan eski genel başkanlarını cascavlak ortada bıraktılar. Sizin anlayacağınız, vefasızlıkta ve ihanette Brütüs’ü bile geçtiler.
Aynı Kılıçdaroğlu bu kez, CHP Genel Başkanı sıfatıyla, Beylikdüzü ilçesinde en ufak bir icraatı bulunmayan silik ve son derece başarısız bir belediye başkanının elinden tuttu ve getirdi, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı yaptı.
Bu kişi, adı sanı duyulmayan, ANAP kökenli ve müteahhit meslekli Ekrem İmamoğlu’ndan başkası değildi.
AK Parti’nin yanlış seçim stratejisi ve bunun yanında üst üste yaptığı hatalar sonucu, İstanbul merkezde (Büyükşehir) seçimi CHP kazandı. Dikkat ediniz, CHP adayı kazandı demiyorum, CHP kazandı diyorum. Zira aday olarak gösterilen İmamoğlu’nun esamesi bile bilinmiyordu.
Ama kendisine ve dışarıdaki destekçilerine (başta ABD Başkanı Biden) sorarsanız, İmamoğlu kişiliğiyle Erdoğan’ı yenen tek siyaset insanıdır. Bundan dolayıdır ki kendisini pohpohlayanlar, dışarısının da gazıyla daha da ileri giderek onu cumhurbaşkanı yapmak istemekteler.
O da nasılsa haybeden, İstanbul gibi bir metropole başkan oldum, aynı metotla niçin cumhurbaşkanı olmayayım diyerek yanıp tutuşmaya başladı.
Doğrusu biz de İstanbul’a en ufak bir katkısı olmayan bu kişinin Türkiye’ye ne verebileceğini çok merak ediyoruz. Onun başkanlığında İstanbul çok şeyler kaybetti, muhal farz onun cumhurbaşkanlığında Türkiye’nin neler kaybedeceğini düşünmek bile istemiyoruz.
Cumhurbaşkanlığı makamı adaylığına yakışanı, elbette ki ana muhalefet partisi genel başkanı Kılıçdaroğlu’dur. Kemal Kılıçdaroğlu da onca yalpalamadan sonra (E. İhsanoğlu, A. Gül, M. İnce) gerçeği gördü ve ‘Önümden çekilin!’ diyerek meydan okudu ve adaylığına vurgu yaptı.
Dün, kendisinin Baykal’a söylediği ‘Aday değilim’ lafını, bugün İmamoğlu aynı ifadeyle ona söylüyor ve ilave ediyor: ‘Konuşmak için Genel Başkan’dan izin almama gerek yok!’
Dün de aynı gereksinimi Kılıçdaroğlu duymamış ve kendisini o makamlara taşıyan Genel Başkan Baykal’dan izin almadan ‘Adayım’ demişti!
İmamoğlu da adaylık konusunda şimdilik geveliyor ama yarın, ‘Adayım’ derse kimse şaşırmasın!
Eskilerin kitap gibi sözleriyle başladık, yine onların sözleriyle bitirelim: Men dakka dukka.
Yani çalma kapımı, çalarlar kapını!
Paylaş