Paylaş
Geçmişte bir general bozuntusu başbakanımıza ‘p...k’ dedi, o başbakan kendi partilerinden değil diye kimseden ses çıkmadı. Halbuki o bu ülkenin ve bu milletin başbakanıydı, dolayısıyla o küfür doğrudan millete yapılmıştı. Partizanlık gözümüzü kör, kulağımızı sağır yapıyor ama ne gam?
Aynı başbakan (Erbakan) başta asker olmak üzere çeşitli vesayet odakları tarafından horlanıp görevden el çektirilme ile karşı karşıya bırakılmak istenince, siyasi parti liderlerini ziyaret etti ve onlardan demokrasiye sahip çıkmaları için destek istedi.
Hiçbirinin umurunda olmadı. Herkesin gözleri önünde, Erbakan’ı demokrasi düşmanı faşistlere parçalattılar. Seyretmekle yetinmeyip bir de “Oh olsun!” dediler.
Siyasetçi bindiği dalı kesiyordu ama ne gam?
Darbecileri teşvik edip ateşe benzinle gidenlerin başında biz medya mensupları geliyorduk. O gün attığımız manşetler, demokrasi adına tek kelime ile yüz karasıdır: “Gerekirse silah bile kullanırız”, “Ya uy, ya çekil”, “Beceremediniz artık bırakın”, “Sincan’da tanklı protesto”, “Ordudan son uyarı”, “Ordudan ambargo”, “Tehdidin adı irtica”...
Daha gerilere, 70’lere gidelim: Ordu Demirel’e hükümeti bırakıp çekilmesi için ‘muhtıra’ veriyor. Ve bu ‘muhtıra’ metni Meclis Genel Kurulu’nda okunuyor, iyi mi?
O Genel Kurul’da oturan bir tek milletvekili çıkıp da “Ne yapıyorsunuz?” demiyor, diyemiyor.
Daha da vahimini 80 darbesinde yaşıyoruz. Darbe ile milletin seçtiği Meclis lağvediliyor, darbecilerin oluşturacakları ‘danışma meclisi’ne üye olabilmek için adeta yarışıyoruz. 120 üyelik için 11 bin 640 başvuru...
Bütün bu kepazelikler yetmiyor; anlı şanlı(!) yüksek yargı üyelerimiz, Genelkurmay Başkanlığı’na davet edilip kendilerine asker tarafından ‘brifing’ veriliyor.
Resmi törenlerde cumhurbaşkanına sırtını dönen (hanımı başörtülü diye) ve başbakanla el sıkışmayan zevatın bu tür densizliklerini maharet bilip gazete manşetlerine taşıdık ve bunlarla övündük.
Laf aramızda ama biz toplumca darbe severiz, darbecilere bayılırız, darbe yapmaları için elimizden geleni ardımıza koymayız.
Kim ne derse desin, biz buyuz!
Rakiplerimizin oluşturduğu iktidarları darbe ile düşürebilmek için mitingler düzenler ve “Ordu-millet el ele” şeklinde naralar atarız. Böyle demekle ordumuzu milletin bir kesiminin karşısına dikmek istediğimizi ve hatta çok kere çok az bir kesim hariç tüm milletin karşısına diktiğimizi düşünmeyiz, düşünemeyiz.
Rejimimizin adını demokrasi koyup kurtuluşu demokrasi dışı cereyanlardan bekliyoruz.
Hem halkın iradesi ve idaresi diyoruz, hem de “Bu halk ne ki seçtikleri ne olsun?” deyip cephe alıyoruz.
“Cahil halkın oyu ile benim gibilerin oyu bir olur mu” deyip hayıflanıyoruz.
Dikkat edilirse gerçekte bizim zorumuz rejimle değil, halkla; halktan alamadığımız intikamımızı doğrudan onun seçtiklerinden alıyoruz.
Her on yılda bir darbe yaparak; demokrasiye balans ayar çekerken, gerçekte milleti hizaya sokuyoruz.
İşte bu yüzden, demokrasi çadırımız her yerinden su alıyor.
Darbeye ilk dur diyen, ‘e-muhtıra’ karşısında AK Parti ve onun yönetici kadroları oldu.
İçimizdeki darbeseverler ise her zaman olduğu gibi konudan vazife çıkarıp ufunetlerini kustular:
(Bir siyasetçi): “Genelkurmay’ın tespitleri bizim tespitlerimizden farklı değildir. Altına imzamızı atarız. ‘Ne mutlu Türk’üm diyene’ sözünü kimse küçümseyemez ve bunu küçümseyenleri devletin düşmanı sayarız. Türkiye’yi Atatürk düşmanlarına teslim etmeyeceğiz.”
(Bir gazeteci-yazar): “Hâlâ deniyor ki bundan sonraki adım ne olur? Bundan sonraki adım tank olur. Gücüm var diye dayatırsan, gücü olan sana dayatır.”
(Bir akademisyen): “Bu, ikinci 28 Şubat’tır.”
(Asker): “Bunların gereği yapılmazsa, istenmeyen şeylerin olabileceği mesajı veriliyor.”
Bunlar bizim toplumumuzun çeşitli katmanlarındaki aydınlarımız, üstelik her yerde mebzul miktarda varlar.
Bunca darbesevere rağmen dik duruluyor, o da ancak kefeni giymekle mümkün olabiliyor.
Paylaş