Paylaş
Dava dedikleri şey de halkın değerleri, kutsalları, kültürel ve sosyal dinamikleriydi.
Dolayısıyla halkın nezdinde de tercih edilen siyasetçi tipi, dava insanı olanlardı.
Malum her kürsüye çıkan, mangalda kül bırakmayarak dava insanı olduğunu söylüyor; halk da bunların görünüşüne (söylemlerine) bakarak inanıyor ve oy veriyor.
Diğer bir ifadeyle; ‘Benim alametifarikam (ayırıcı özelliğim, niteliğim) budur; asla rakiplerime benzemem, zira onlar halka rağmen iş yapan, bizse halkın yanında, halkla beraber ve halk için hizmet üreten kişileriz’ derler.
Ziya Paşa’nın dediği gibi: ‘Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz; şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde!’ Yani insanın aynası iştir, lafa bakılmaz; bir kişinin aklının derecesi, yaptığı işte görünür.
Ziya Paşa’ya bir ilave de biz yapalım; kişi, iş yapsa bile, yaptığı işi niçin yaptığına (nasıl yaptığından ziyade) bakılır. Zira gösteriş için, yani desinler diye nice iş yapan kişiler vardır ki bunlarda değil dava insanlığının, samimiyetin zerresi yoktur.
Böyleleri tipik münafıktır; insanları kandırmak için öyle görünmüşlerdir.
Abdullah Gül ile onun, içinde görünmeden kurduğu iddia edilen DEVA Partisi ve bu partinin başındaki kişi de (Ali Babacan) halkımızın önüne (AK Parti kadrosunda görünerek) dava insanı olarak çıkıp oy istemişlerdi.
Millet de onlara kanıp oy vermiş; partinin lideri olan Erdoğan da bunların dava insanlığına inanıp kendilerini bakan, başbakan yardımcısı, başbakan ve hatta ‘kardeşim’ diyerek cumhurbaşkanı yaptırmıştı.
Milletimiz de onları, Erdoğan’ın en yakınındaki dava arkadaşları olarak biliyor ve her seçimde seçip Ankara’ya gönderiyordu.
Erdoğan onca icraatları yaparken (diklenmeden dik durup tabuları birer birer yıkarken) ve bu kişileri onca makamlara getirirken, ‘asrın lideri’, ‘davalarının öncüsü’, ‘değişmez genel başkanları’ idi.
Abdullah Gül, ikinci kez cumhurbaşkanı adayı gösterilmeyince (birincide gösterilmesi hakkı müktesebi imiş gibi) at kaçtı torba düştü!
Ne dava kaldı ne dava insanlığı.
Abdullah Gül, davasına (varsa tabi) ihanet ederek CHP ile cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunu pişirirken Ali Babacan, münafıklığının zirve noktasında bulunuşunu şu sözleriyle anlatıyor: ‘Muhalefetin cumhurbaşkanlığı için ortak aday arayışı mutabakatla sonuçlanmadı; ülke beş yıl kaybetti. Ben, o arayışın görünmeyeni ama tam göbeğinde idim!’
Yani bir taraftan, kendi partisinin (!) cumhurbaşkanı adayı Erdoğan için imza veriyor, diğer taraftan da kendi liderine ve davasına ihanet ederek muhalefetin adayı için faaliyetin göbeğinde olduğunu itiraf ediyor.
İşte 6’lı ya da 7’li masa, bu denli yanar döner ve kendi öz davalarına ihanet etmiş, kelimenin tam anlamıyla münafık denilebilecek bu tiplerle yola çıkıyor.
Sorarım size, mahut masanın içinde bulunup ‘görünmeden hangi masanın tam ortasında iş çevirdikleri belli olmayan’ karanlık ve kullanışlı bu tiplerle nereye gidilebilir?
Yolda bulduklarıyla yürüyenlerin, nereye kadar gidebileceklerini hep birlikte göreceğiz.
Karşı taraf, bunların kullanışlı olduğunu görüp bilmese, bunlarla iş tutup kullanmaya kalkışır mı?
Nereye kadar mı?
Tabii ki dereyi geçinceye kadar!
Paylaş