Paylaş
Dün olduğu gibi bugün de bu kafanın tipik özelliği, kendilerinin uydurdukları bir hastalığın sözde tedavisi için Batı’nın kapısına gidip yalvarmaları, Türkiye’yi onlara şikâyet etmeleri ve onlardan medet ummalarıdır.
Bu kafaya göre; Cumhuriyet kuruldu kurulalı bu ülkede irtica tehlikesi vardır. Buna da sebep, çeşitli zamanlarda iktidara gelen sağ tandanslı (eğilimli) partilerdir, onların kurdukları hükümetlerdir.
İçeride, demokratik yollarla yıkamadıkları bu hükümetleri, Batı’ya gidip oradaki ağababalarına şikâyet ederlerdi. Bu zillet halini hem muhalefet partileri ve hem de vesayetin emrinde olan üst düzey bürokratlar yaparlardı.
Aynı kafa, bugün de ufunetini kusmakta ve mensubu oldukları ülkelerini, dünya âleme rezil etmek için ellerinden gelen tüm melanetleri sergilemektedirler.
Ana muhalefet partisi genel başkanının şu herzesine bakar mısınız? Neymiş efendim; Türkiye, cari açığını ‘uyuşturucu parası’ ile kapatıyormuş. Bu iftirayı, yabancı bir ülkenin lideri yapsa, savaş sebebi bir suç işlemiş olur. O ülke ile var olan tüm köprüler atılır ve düşman ilan edilir.
Ama gelin ve görün ki bunu dış ülkeler değil, içimizden birileri yapıyor.
Sayın Erdoğan sayesinde devlet ikbaline kavuşan ve bu cümleden olarak, bakanlık, başbakanlık ve parti genel başkanlığı yapan Davutoğlu da aynı muhalefet çizgisinde hizalanarak içindeki kin ve nefreti pervasızca kusuyor. Başbakanlık yaptığı dönemde kendisinin de kullandığı Türkiye Cumhuriyeti’ne ait uçakla uyuşturucu taşındığını iddia ediyor ve ‘Eğer bu uçak bu şekilde yakalandıktan sonra, İçişleri Bakanı o koltukta oturuyorsa ve cumhurbaşkanının sesi çıkmıyorsa kimse milli haysiyetten bahsedemez’ diyerek siyaset yaptığını sanıyor.
Oysa malum uçak, Diyarbakırlı bir işadamına (Şehmuz Özkan) ait. Bu kişiye ait Affan Yatırım Holding, TC GAP ve TC ATA uçaklarını satın almıştı (ACM Air). Yani malum uçak 2016 yılında devletin envanterinden çıkmış, özel sektörün malı olmuş. Bu uçakla yapılanlar devleti veya devletin yetkililerini neden bağlasın ki? Yoksa Davutoğlu, vaktiyle bu uçağa binmişti diye müzeye kaldırılıp ziyarete mi açılmalıydı?!
Davutoğlu’nun bu trajikomik hali, bize üstat Necip Fazıl’ın yargılandığı bir mahkemedeki savunmasını hatırlattı.
Gazeteci A. Emin Yalman, milliyetçi bir genç tarafından silahla yaralanır. Genç (Hüseyin Üzmez) Malatya’da tutuklanır. Necip Fazıl da İstanbul’daki evinden alınarak mahkemeye getirilir. Savcı iddianamesinde; bu gencin, Necip Fazıl’ın yazdığı yazıların tesirinde kalarak bu işe giriştiğini, dolayısıyla Necip Fazıl’ın da cinayete teşvik suçundan yargılanmasını ister.
Üstat müdafaasında şöyle der: “Dünyada, kıskançlığın şaheser numunesi Shakespeare (Şekspir)’in Otello’sudur. Günümüzde bir adam, karısını kıskansa ve bu yüzden de öldürse; şu emprezaryo (sanatçı pazarlamacısı) kılıklı savcı, malum eserinin tesirinde kalarak bu cinayet işlenmiştir diyerek Şekspir’in iskeletinin müzekkeresini yazmak üzere Londra’ya gider mi?!”
Mahkeme heyeti, bu tespit karşısında gülmekten kendini alamadı. Lakin biz, Davutoğlu’nun iddiası karşısında gülmek yerine yalnızca acıyacağız.
Bir insan bu kadar mı kendini kaybeder? Bu kadar mı yuvarlanır? Bu kadar mı düşer? Bu kadar mı savrulur?
Ne demişler; kendine acımayana acınmaz!
Paylaş