Paylaş
Bu iki ilke üzerine inşa edilmiş devlet yapısını yıkmayı amaçlayan faaliyetlerin, on yıllara dayanan, uluslararası desteğe sahip, çok ince bir planlamaya dayandığı artık üstü örtülemeyecek açıklıkta ortaya çıkmış durumdadır.
15 Temmuz kanlı darbe girişimi ve bir yıldır süren şehir savaşlarından sonra, FETÖ ve PKK’nın faaliyetlerini ‘demokratikleşme’ kılıfı ile izah etmeye dönük çabalar sürüyor.
Bu iki örgütün kanlı faaliyetleri sürerken bile, “Türkiye demokratikleşiyor” diye savunmak ve bunu ‘aydın’ sorumluluğu diye sunmak, bir art niyet değilse, İran aydınlarının 40 yıl önce gösterdikleri türden bir saflık olmalı...
DEMOKRASİ NERESİNDE?
FETÖ faaliyetleri on yıllarca ‘inanç özgürlüğü’ kılıfı altında savunuldu, desteklendi. İnsan hakları cümlesinden sayıldı, demokratikleşmenin gereği olarak sunuldu.
Alternatif bir eğitim sistemi kurulmasına, laiklik karşıtı, Atatürk düşmanı bireyler yetiştirilmesine, bunların devlet kadrolarına yerleştirilmesine göz yumuldu, hatta destek verildi. Bunu yapanlar arasında halkı etkileme, algı oluşturma konumunda olan birçok ‘aydın’ da vardı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin çağdaş, demokratik bir ülke olmasının ‘olmazsa olmaz’ koşulu niteliğindeki laiklik ilkesine karşı olan faaliyetlere, devletle sorunlu sol ve sağ çevrelerden küçümsenmeyecek destek geldi.
Bu destek ‘aydın sorumluluğu’ adı altında hem Fetullah Gülen cemaatine hem de PKK’ya verildi.
Oysa her iki örgütün de demokrasinin ‘d’siyle ilgisi yok...
FETÖ’de bir demokratik yapıdan, demokratik bir işleyişten, demokrasi amacından söz etmek mümkün mü? Ruhani lider, Mesih-mehdi muamelesi gören tek adam yönetiminde, laikliğe karşı bir örgütün demokratik olması ve demokrasiyi amaçlaması mümkün olabilir mi?
Aynı durum PKK için de geçerlidir...
O da tek adam yönetiminde, Stalinist anlayışla örgütlenen ve çalışan, terörle, şiddetle halkı sindiren, katı bir hiyerarşiye sahip, bu hiyerarşiye veya emre uymayanların infaz edildiği, tarihin en kanlı terör örgütlerinden birini ‘demokrasi’ ve ‘demokratikleşme’ kavramlarıyla tarif etmek mümkün mü?
İKİSİNİ AYIRMAK
Bu örgütlerle mücadelenin başarısı halk ile örgüt mensuplarını birbirinden ayırmaktır.
Halkla terör örgütlerini aynı kefeye koymak, aynı muameleyi yapmak hatasına düşmemektir.
Türkiye’de dindar insanları FETÖ’den, Kürt vatandaşları da PKK’dan ayırmak gerekir.
Halkın insan haklarına, laik devlet yapısına, demokratik hukuk kurallarına aykırı olmayan taleplerini karşılamak siyaset kurumunun ve onun yönettiği devletin görevidir.
Ancak örgütlerden birinin merkezi devlet yapısını, diğerinin belli bir bölgede yerel yönetimleri ele geçirip, devletin anayasal niteliklerini ve yapısını devre dışı bırakmaları ‘demokratikleşme’ olarak sunulamaz. Yaptıkları demokratik-laik devletin yıkılmasıdır.
Ortaya çıkan bir gerçek, bu iki örgütün merkezi devleti ve yerel yönetimleri bir ‘örümcek ağı’ gibi sardıkları ve ‘paralel’ devlet yapıları kurduklarıdır.
FETÖ’nün devlette nasıl örgütlendiği, TSK’da, Emniyet’te, yargıda, eğitimde nasıl kumpaslar kurduğu, PKK’nın da uzantısı konumundaki siyasi parti ve onun yönetimindeki belediyelere nasıl hâkim olduğu ortadadır.
Bu iki örgütün de Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik, laik, üniter yapısını ortadan kaldırmayı amaçladıkları gün gibi ortadayken, “İlgisi yok, demoktikleşmedir” demek, kandırmacadır.
Türkiye çok ciddi bir sorunla karşı karşıyadır.
Siyaset kurumu iktidarı ve muhalefetiyle bu gerçeği unutmadan hareket etmeli, Türkiye Cumhuriyeti devletini demokratik-laik yapısını güçlendirerek hızla onarmalıdır.
Bunu yaparken hukuktan ayrılmamalı; Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk gibi kumpas davalarında yapılan hatalara yol açmamalı, haklıyken haksız duruma düşmemelidir.
Paylaş