Paylaş
Başkan Obama, Bush-Rice ikilisinden gelen “Ortadoğu’da rejimlerin ve sınırların değişmesi” projesini bir felakete dönüştürdü. Bu felaketi Trump’a devrederek Beyaz Saray’dan ayrıldı.
Yol açtığı bu felaket nedeniyle, en başarısız ABD başkanlarından biri olarak tarihe geçecek olan Obama’nın temel yanılgısı ‘Arap Baharı’ sürecidir.
2010 yılının sonlarında başlayan Arap Baharı sürecini genç kuşağın liberal demokrasi talebi olarak gören; Libya’da, Mısır’da, Suriye’de otoriter rejimlerin devrilip yerlerine ABD desteğinde liberal demokrasilerin kurulacağı yanılgısına düşen Obama, devirdiği ve devirmeye çalıştığı otoriter rejimlerin yerine radikal dinci otoriter örgütlerin yürüyeceğini öngörememiştir.
Suriye devlet bakanı Beşar Esad’ı ‘kenara çekilmeye’ çağırmış, liberal demokrasi isteyen Suriye gençleri yerine karşısında, Irak’ta yarattığı örgütlü ve silahlı DAEŞ’i bulmuştur. Suriye’deki etkin muhalif grupların demokrasi değil kendi otoriter rejimlerini kurmak isteyen radikaller olduğunu hesaplayamamıştır. Buna, Esad’ı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarına dayanarak devirmeyi düşünürken, veto yetkisine sahip Rusya ve Çin’i yok sayma hatası da eklenmiştir. (Detaylı bilgi için bkz. Henry Kissinger, Dünya Düzeni, Boyner yayınları, s. 138-146)
Suriye bir içsavaşa sürüklenmiş, Esad yara bere içinde de olsa ayakta kalmış, Suriye halkının neredeyse yüzde 25’i mülteci durumuna gelmiş, Ege ve Akdeniz kaçmaya çalışan Suriyelilerin toplu mezarına dönüşmüş, ülkede kalanlar ise açlık ve sefalete düşmüşlerdir.
Obama, ‘Arap Baharı’ adı altında yüz binlerce insanın öldüğü, milyonlarcasının mülteci haline geldiği; ikiye bölünmüş bir Libya, askeri darbeye teslim edilmiş bir Mısır ve kanlı içsavaşın sürdüğü bir Suriye bırakarak, tatile gitmiştir.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin karşısında varlık gösteremeyen Obama’nın yanılgısı nedeniyle ABD, Suriye sorununda sahada ve masada etkinliğini büyük ölçüde yitirmiştir.
Obama’ya üstünlük kuran Putin, Rusya’nın öteden beri amaçladığı gibi Suriye üzerinden Ortadoğu’daki askeri varlığını güçlendirmiş, Suriye’de ve Doğu Akdeniz’de kalıcı hale gelmiştir.
TÜRKİYE-RUSYA-İRAN
Suriye’de süper güç ve aktör olarak ABD’nin göründüğü başlangıç döneminde, etkisini ve kontrol ettiği toprakları büyüten DAEŞ olmuştur. Otoriter Esad rejimi yerine nasıl bir başka otoriter rejimin gelmekte olduğunu gören Obama, Esad’ı devirmekten vazgeçmiş, DAEŞ’e odaklanmıştır. Ancak, etkili bir sonuç alamamıştır.
Rusya, İran’la işbirliği içindeki askeri müdahalesi ile dengeleri olduğu gibi değiştirmiş ve ABD, Putin’in atağı karşısında adeta donmuştur. İçsavaşın hem PKK hem DAEŞ tarafından Türkiye’ye dönük tehdide dönüştüğü süreçte Ankara’nın da askeri müdahalesiyle yeni bir denge oluşmuş ve ABD devre dışında kalmıştır.
Türkiye-Rusya-İran işbirliğinin ve özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Fırat Kalkanı operasyonuyla DAEŞ gerilemeye başlamış ve konu yine üç ülkenin girişimiyle Astana masasına gelmiştir.
TRUMP’IN TERCİHİ
Suriye sorununu kucağında bulan ABD Başkanı Trump’ın ve ekibinin bu tabloyu nasıl okuyacağı, nasıl tercihler yapacağı önemlidir.
Eğer Başkan Trump, Suriye’de yeniden denkleme girmek ve işlevsel şekilde masaya oturmak niyetindeyse, Türkiye’nin önemini ve işlevini görmek zorundadır. Suriye’de savaşın sonlanmasını ve kalıcı bir siyasi çözüme ulaşılmasını istiyorsa, Türkiye’nin yaşama da geçirdiği tezlerini iyi anlaması gerekir.
Trump yönetiminin görmesi gereken gerçeklerin başında Türkiye’nin sorunu bekasını tehdit eden bir sorun olarak gördüğüdür. Fırat Kalkanı operasyonu bunun göstergesidir ve bekasını güvende görmedikçe, Ankara’nın sahadan ve masadan ayrılmayacağıdır.
Paylaş