Paylaş
Yugoslavya kanlı bir içsavaş sonrası parçalandı, Çekoslovakya kansız şekilde ikiye bölündü, ortaya çıkan yeni devletçiklerle birlikte birçok Doğu Bloku ülkesi, Batı Bloku’na geçti. Rus Federasyonu kendini toparlamasının ardından, Sovyetler Birliği’nden sonra bağımsızlığını kazanmış Asya ülkelerini yeniden nüfuzu altında toplamaya çabalıyor.
Sovyetler Birliği’nin yıkılması sadece Avrupa’daki Doğu Bloku’nun dağılmasıyla sonuçlanmadı. Ortadoğu’da bu iki blok arasındaki güç dengesine dayanan düzeni de yerinden oynattı. Başka bir deyişle, İkinci Dünya Savaşı’nın sonuçlarından sonra, Birinci Dünya Savaşı’nın sonuçlarını da değiştirmeye zorlayan bir süreç başladı.
Irak’ın ABD tarafından işgal edilip bölünmesi, Arap Baharı rüzgârıyla ülkelerin savrulması, Mısır’da askeri darbe, Libya’nın ikiye bölünmüş hali ve nihayet Suriye içsavaşı bu süreçte yaşandı. Irak’tan sonra Suriye’nin de parçalanması riski bir hayli yüksek. Bu olasılık Türkiye’nin de bölünmesi, parçalanması gayretlerini artırmış durumda.
Eski ABD Başkanı George W. Bush’un danışmanı ve bakanı Rice, “22 ülkenin sınırı değişecek” derken, bu sürece işaret etmişti. Rice bu sözü ettikten sonra Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da çok kan aktı. Hâlâ akmaya devam ediyor.
SEVR HAYALİ
Rice’ın işaretini verdiği ve bugün yaşamaya devam ettiğimiz süreçte Birinci Dünya Savaşı’nın sonuçlarını değiştirmek üzere, Türkiye’ye Sevr’in dayatılması heveslerinin kabardığını görüyoruz. Bu afaki bir söz değil. Kuzey Irak ve şimdi de Kuzey Suriye’de oluşturulmak istenen devletçiklerin Türkiye’nin güneydoğusuyla birleştirilmesi projesinin, Sevr hükümlerinde dayanak aradığı, atıf yaptığı biliniyor. Keza aynı süreçte Büyük Ermenistan projesi ısıtılmaya başladı.
Bu kargaşa ortamında ayrıca Kıbrıs’ın da Girit gibi oldubittiye getirilmesi niyetleri de seziliyor.
TÜRKİYE’NİN ÖNCELİĞİ
Bu süreçte, bazı devletlere ve uluslararası güçlere yaslanan üç terör örgütünün (PKK-DAEŞ-FETÖ) Türkiye’nin varlığına kasteder şekilde saldırıya geçtikleri görülüyor.
Bu tabloya bakarak bir durum muhakemesi yapıldığında, Türkiye’nin ulusal birliğini ve toprak bütünlüğünü korumaya yoğunlaşması, bütün ulusal gücünü bunun için kullanması gerektiği açık biçimde ortaya çıkıyor.
FIRAT KALKANI
Ankara’nın Fırat Kalkanı operasyonuna karar vermesi, böyle bir muhakemenin sonucudur.
Türkiye, ABD ile birlikte sınırında güvenli bölge oluşturulmasını ve uçuşa yasaklanmasını uzun süre gündemde tuttu. Ancak ABD’nin bu projeye soğuk bakmasının yanı sıra, açıktan PKK-PYD-YPG cephesini desteklemesi, bunda ısrar etmesi ve desteklemeye devam edeceğini açıklaması, Türkiye’yi manevra yapmaya yöneltti. Ankara, Rusya ile yakınlaşıp, İran’la temasa geçerek Fırat Kalkanı’yla, güneyden ABD korumasında PKK koridoruyla kuşatılmanın önüne geçti. Bu ulusal birlik ve toprak bütünlüğünü korumayı amaçlayan bir hamle niteliğindedir.
Moskova’da, Türkiye-Rusya-İran’ın imzaladığı üçlü deklerasyonla bu pozisyonunu güçlendirmiş durumdadır. Üç devletin garantörlük pozisyonunu da alarak, Suriye’nin egemen, seküler bir devlet olarak toprak bütünlüğünü ‘çözüm’ hedefi olarak ilan etmeleri, Türkiye’nin lehinedir. Türkiye’nin toprak bütünlüğüne yönelen tehdidi zayıflatacak bir uzlaşmadır. Buna karşılık, ABD’nin çoktan terk ettiği Esad’ın devrilmesi amacını, Türkiye de arkaya iteleyerek, Moskova’da dengenin sağlanmasına katkı vermiştir.
Üçlü ittifak, Türkiye’nin elini ABD’ye karşı da güçlendirmiştir. ABD’nin nasıl bir yol izleyeceği ancak seçilmiş başkan Trump’ın görevi devralmasından sonra belli olacaktır.
Türkiye elbette NATO’dan, Avrupa Konseyi’nden, AB’den ayrılıp, Rusya liderliğinde bir blokun üyesi olmayacaktır. ABD’nin, Türkiye’yi yeniden kazanmak, Rusya’ya karşı denge kurmak istiyorsa, Suriye’de ittifak politikasını gözden geçirmesi gerekecektir.
Trump yönetiminin bu konuda yapacağı tercih Türkiye-ABD ilişkilerinin geleceğini de belirleyecektir.
Paylaş