AB’nin güven kaybı

TÜRKİYE-Avrupa Birliği (AB) ilişkileri tarihinin en kötü sürecinden geçiyor.

Haberin Devamı


Karşılıklı sert açıklamalar ipleri iyice germiş durumda.

 

AB’nin “Müzakereleri dondururuz” restini gören Ankara, “Koparsa kopsun, artık nihai kararınızı verin” çıkışını yaptı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da “Yıl sonuna kadar bekleriz, İngiltere gibi AB konusunu halka götürürüz” diyerek yanıt verdi.

 

Bu çıkıştan sonra AB tarafından yumuşama sinyali geldi ve Türkiye ile müzakerelerin devam etmesi gerektiği yönünde açıklamalar yapıldı. Almanya Dışişleri Bakanı Steinmeier, Ankara ziyaretinde nabız yokladı ve ortalığı yumuşatmaya çalıştı.

 

‘KIBRIS’I ŞART KOŞMA İLK HAMLE

 

Haberin Devamı

Türkiye’de sadece iktidarın değil, halkın da AB’ye olan güven duygusunu önemli ölçüde yitirdiğini belirtmek gerekiyor.

Güven kaybının başlangıcı 2004 yılına kadar geriye gidiyor.

 

ABD’nin Türkiye’nin tam üyelik adayı konumuna gelmesi, müzakerelerin başlaması için bile ‘Kıbrıs’ı şart koşması güvensizliğin oluşmasındaki ilk hamledir. AB’nin bununla da kalmayıp, Annan Planı’na “hayır” dese bile Güney Kıbrıs’ı tam üye olarak alacağını açıklaması, -bilerek yaptığı- büyük hataydı.

 

Annan Planı’na “evet” diyen KKTC cezalandırıldı, “hayır” diyen Güney Kıbrıs üye yapılarak ödüllendirildi. Böylece tarihinde ilk kez ‘sınır ihtilafı’ olan bir ülkeyi bünyesine kattı ve Güney Kıbrıs’ı tüm Kıbrıs’ın devleti saydı.

 

Türkiye, AB’nin yaptığı bu açık haksızlığa rağmen süreci kesmedi. Arka arkaya yaptığı uyum reformlarıyla süreci çalıştırdı ve tam üye adayı olarak müzakereye başladı. Ki bu süreç de Türkiye açısından çok sancılı geçti. Bir yandan reformlar yapılmasına rağmen, Merkel-Sarkozy ikilisi Türkiye’nin tam üye olamayacağı yönünde dayanaksız ve ağır açıklamalar yapmayı sürdürdüler.

 

Haberin Devamı

Esasen çok geç kalmış olmasına rağmen Türkiye’nin aday ülke konumuna gelmesi, AB’nin bir lütfu değildi. Türkiye’nin, bırakın adaylığı tam üye olması için, ‘Doğu Bloku’ dağıldıktan sonra bir günde üye olan Doğu Avrupa ülkelerine göre çok daha uygun koşullara sahip olduğu da biliniyordu.

 

Yarım asırdan fazla süredir kapıda bekletilen Türkiye’nin sabrını zorlayacak tutum sergilemekten çekinmeyen AB’nin ilişkilerin bozulmasındaki sorumluluğu Türkiye’den çok fazladır.

 

TÜRKİYE’NİN HEDEFİ

 

AB üyeliği hedefi Atatürk’ün ‘muasır medeniyet’ hedefiyle uyumludur.

 

Türkiye, 1990’ların sonunda ve 2000’lerin başında AB sürecini hızlandırıp tam üyeliğe ulaşmak isterken iki hedef güdüyordu. Birincisi ülke bütünlüğünün, ikincisi de laik sistemin güvence altına alınmasıydı. Ankara, AB üyeliğinin her iki konuda güvence olacağını düşünüyordu.

 

Ancak, AB oralı olmadı.

 

Haberin Devamı

PKK VE FETÖ

 

Türkiye’de AB’ye olan güvensizliğin büyümesinde, Avrupa ülkelerinin PKK ve FETÖ konusundaki tutumlarının büyük etken olduğunu da belirtmek gerekir.

 

Kâğıt üstünde PKK’yı terör örgütü olarak kabul eden AB ülkelerinin, uygulamada farklı davranması önemli güven kaybına neden olmuştur. Son dönemde ise Belçika’da bir mahkemenin PKK’nın faaliyetlerini terör değil, ‘silahlı mücadele’ olarak tarif etmesi, ‘İlerleme Raporu’nda ise Türkiye’nin PKK ile mücadelede orantısız güç kullanmakla suçlanması, bardağı taşıran damlalar oldu.

 

FETÖ’nün giriştiği 15 Temmuz kanlı darbe girişimi karşısında bile Türkiye’den yana net ve güçlü bir tavır koymaktan kaçınan, geç ve cılız bir tepki gösteren AB’nin, ilişkilerin bu hale gelmesinde kendi sorumululuğunu sorgulaması gerekiyor.

 

Haberin Devamı

Türkiye’nin blok değiştirme, NATO’dan, Avrupa Konseyi’nden, AB’den çıkmak gibi bir niyeti yok. Bu kurumların Türkiye’yi çıkarmak için elle tutulacak bir gerekçeleri, yetkileri ve güçleri de yok.

 

Türkiye’nin bu kurumlarda kurucu üye, üye ve üye adayı olarak hak ve yetkileri var.

 

Hal böyleyken, AB’nin aksine davranması gerekirken, Türkiye’yi itmeye çalışmasının bir anlamı yok.

 

 

Yazarın Tüm Yazıları