Paylaş
İçimizi ferahlatan bir gelişmedir bu. Peki her şey bitti mi?
Hayır, bir “soğuk ateş” dönemine geçtik, o kadar...
Bu dönemin adına “soğuk ateş” dememin nedeni, terörist yapılanmaların yarattığı provokatif tehlikedir.
Rejim askerlerinin içine sızmış, radikallerden PKK/YPG militanlarına kadar birçok kontrol dışı grubun “ateşkesi kırma” gayretleri olacaktır.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ısrarla “Askerlerimize saldırı olursa saldırı hakkımız vardır” uyarısı boşuna değildir.
Bu yeni dönemin üç önemli başlığı var:
1) Devletler dönemi: Artık sahada “devletlerin el altından beslediği terör grupları” değil, “devletlerin kendi güçleri” söz konusudur.
Mutabakat metnindeki “Türkiye, Rusya ve Suriye Arap Cumhuriyeti” ibareleri bu açıdan önemlidir. Aynı şekilde Türkiye ve Rusya’nın garantör sıfatlarıyla anılması dikkat çekmiştir.
Bütün bunlar, artık Türkiye, Rusya ve Suriye Arap Cumhuriyeti devletlerinin terör gruplarıyla mücadele edeceği anlamına gelmektedir. Göreceğiz elbette... Türkiye’ye karşı masada ayrı, sahada ayrı oyunları biliyoruz.
2) Müzakere dönemi: Türkiye ile Suriye rejimi arasında “yeni bir durum” doğmuştur. Rusya’nın Esad’dan vazgeçmeyeceğini zaten yazmıştım. Bu metinle birlikte “ateşkes” ya da “soğuk ateş” döneminde Suriye için müzakere döneminin de açıldığını söyleyebiliriz. Elbette BM vurgusuyla yapılan bu açıklama, Suriye’nin yeni anayasası ve seçimleri konusunda Türkiye’nin masada ve sahada alacağı rol kayıtlara geçmiştir.
3) Güvenli bölge dönemi: Türkiye başından beri sınırlarına yönelen “terör tehdidi” ile “düzensiz göç dalgaları”na karşı sınırlarının ötesinde bir güvenli bölge istiyordu. Ancak ABD ve NATO ile AB’den bu talebe destek gelmeyince, Türkiye kendi göbeğini kendisi kesmiş ve peş peşe harekâtlar yapmıştı. Sahadaki bu kararlılık, Moskova Mutabakatı’nda M-4 karayolunun kuzeyinden başlayan bir “güvenli bölge” sonucuna dönüşmüştür.
Bu kadar çok terör grubunun doluştuğu, bu kadar devletin oyuncu olarak bulunduğu bir coğrafyada, elbette “ateşkes için provokasyon ihtimali” çok yüksektir.
Esad’ın da böyle bir provokasyonla, Türkiye ile Rusya’nın arasının açılmasını isteyeceğini düşünmek yanlış olmaz.
Sonuç olarak, “Sorun çözüldü” demek yanlış olur. Moskova protokolü Türkiye, Suriye rejimi ve Rusya için ayrı ayrı bir “kazanç hanesi”dir.
Yendim/yenildim durumu yoktur. Türkiye, Suriye rejimine ağır kayıplar verdirerek gücünü göstermiştir.
Rusya da Türkiye karşısında ezilen Esad’ın kendisine daha fazla bağlanmasını sağlamıştır.
Esad ise içinde Türkiye’nin bulunduğu bir mutabakata resmen adını yazdırarak konumunu sağlamlamıştır.
Ama önümüzde zorlu bir “soğuk ateş” dönemi vardır...
TÜRKİYE AB’DEN NE İSTİYOR?
Türkiye cuma günü üç ayrı büyük problem için “diplomatik satranç” geliştirdi.
Moskova protokolü... ABD ile görüşmeler...
Ve AB ile mülteci sorunu...
Avrupa basınında hep aynı soru:
“Türkiye mültecilerle şantaj mı yapıyor? Türkiye ne istiyor?”
Elbette sınırlarına dayanan yüz binlerce mültecinin bir şantaj olmadığını, yıllardır biriken ve görmezden geldikleri bir insanlık dramı olduğunu onlar da biliyor.
“Türkiye ne istiyor?” sorusuna gelince...
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Moskova ziyaretini izleyen Sabah Gazetesi Ankara Temsilcisi Okan Müderrisoğlu da merak etmiş ki, uçakta bu sorunun izini sürmüş.
Okan’ın bulduğu cevap özetle şöyle:
* Ankara’nın vaatlere karnı tok.
* Vize muafiyeti.
* Gümrük Birliği’nin kapsamının genişletilmesi.
* Yeni müzakere fasıllarının açılması.
* Suriyeli sığınmacılar için adı konmuş ve takvime bağlı net mali yardım.
Bütün bunlar gösteriyor ki...
Türkiye bir yandan da AB hedefinden vazgeçmiyor. Tam tersine hızlandırılmasını istiyor.
Evet, coğrafyamızda büyük ve kanlı bir oyun sergileniyor.
Ve Türkiye, aynı sahnedeki üç farklı oyunda kilit rolünü ve ağırlığını gösteriyor.
Önümüzde dönemde, sahada ve masada daha çetin gelişmeler olabilir.
O nedenle, paniğe kapılmadan sabırla izleyip analiz etmekte fayda var...
Paylaş