Paylaş
"İşte buradan kalkıyoruz” dedi. Bindik helikoptere.
Ankara’nın üzerinden bir tur attık. Sonra Eskişehir’e doğru yöneldik. Pencereden bakarak anlatıyordu:
“Bak şu eğimi ortadan kaldırmamız tam 4 ayımızı aldı.”
“Bak şuradaki virajı düzeltmek için tonlarca toprak döktük. Taş taşıdık.”
“Bak şurada köylüler zarar görmesin diye elektrik hattını değiştirdik.”
O anlatıyor, ben de seyrediyordum. Seyretmesi kolay tabii...
Tam bir önemli noktayı daha gösteriyordu ki, gözü bir yere takıldı. Baktı... Pilota, “Şuraya iner misin” dedi. Aşağıda bir tarlada insanlar çalışıyordu. Patates tarlası. İndik... Yürüdük aralarına girdik.
“Selamün aleyküm arkadaşlar” dedi.
Şöyle bir baktılar. En yaşlı olanı “Ve aleykümselam” diye bağırdı.
Sonra bir sohbet başladı.
Yaşlı olan “Mühendis misiniz” diye sordu. Sonra tanıdılar. Tanıştık. Urfa’dan gelen mevsimlik işçilermiş... “Ne olacak halimiz” dedi yaşlı olan. Koyu bir sohbet oldu.
Soğan-ekmek öğle yemeği daveti de aldık. Oradan ayrılırken, hepsi tek tek sarıldı. Siyasetin çok ötesinde. İnsan sıcaklığını hissetmek nedir bir daha gördüm.
Şimdi Ankara-İstanbul tren hattında o sıcaklığın üzerinden binlerce insan gidip geliyor.
TAHRAN YOLUNDA
KÜÇÜK uçak havalandığında üç kişiydik. Kendisi, eşi ve ben.
Yolumuz Tahran.
Eşi hanımefendiyle hayattan konuştuk. Espriler yaptık.
Semiha Hanım, gerçek ve sessiz bir entelektüeldir...
En önemlisi annedir. Dürüsttür. Bizim toprakların deyişiyle, “gün görmüş, insanın hasıdır”...
Tahran’daki Türkiye Büyükelçiliği’nden çıktık.
İranlı bakanla konuşuyor.
“Bakın demiryolunu buradan getiriyoruz. Çin’den gelecek. İsterseniz, sizin topraklardan geçecek. Azerbaycan dahil. Bu tarihi bir yoldur. Pekin’den Londra’ya bağlanacak. Biz bunun Asya geçişini de yapacağız... Hepimiz kazanacağız...”
O yolun adı. İpekyolu’dur.
Son olarak Pekin’de Komünist Parti Genel Sekreteri’nin ağzından büyük övgülerle dinlediğim yol...
O da bitti.
Marmaray oldu...
Kıtalar birleşti...
BOĞAZ’IN TÜP GEÇİDİ
TÜP geçidi yapan firmanın genç patronu anlatıyor.
O da teknik detayları tek tek soruyor. Ardından bir kutlama yemeği olacak. Basın toplantısı... Ama alçak terör yine vurunca iptal ediyor kutlamayı. Bir gemiye binip karşıya geçiyoruz. Boğaz’ı geçerken söylüyor: “Fatih bu şu tüp geçit var ya... Tayyip Bey’le bizim hayalimizdi. Bir sabah havaalanından dönerken aramıştım onu. ‘Artık şu Boğaz’ın altından da geçsek’ demiştim. Zaten ata projesiydi. Çok şükür o da oldu...”
BAKANLIK GİDİNCE: Gün geldi, İzmir’e aday oldu. Bakanlık gitmiş. Dedikodunun haddi hesabı yok.
Kimisi diyor ki: “Tayyip Bey sildi...”
Kimisi diyor ki: “Araları bozulmuş...”
O sıra kimse yok yanında. Yani eski kalabalık yok... Bakanlık zamanında odasını dolduran işadamları, falanlar filanlar yok...
Yalnızca, her zaman yanında olan bürokrattan da öte yol arkadaşları var.
İkiçeşmelik’ten yürüyoruz...
Giriyoruz bir dükkâna...
“N’aber hemşerim...”
O zaman bir kez daha duyuyorum o sözü: “Sen milleti sev yeter ki, o sana hem siyasette, hem hayatta doğru yolu gösterir...”
Dedikodular için “Tayyip Bey ne derse odur. Biz mezara kadar yol arkadaşıyız. Sen boşver dedikoduları” sözü...
Arkadaşlar... Daha anlatacağım o kadar anı var ki. Erzincan’da yürüdüğümüz sokaklar, içtiğimiz çaylar... Terzibaba Camisi’nde güle oynaya yaşanan cuma sohbetleri... Tersaneler, şantiyeler...
Canım rahmetli anamın yaptığı keteleri yediğimiz o kahvaltılar...
Keban üzerinden Elazığ, oradan Kemah, Refahiye yolları. Terörün patlattığı köprüde açılan tüneller, kesilen kurbanlar.
Arkadaşlar... Son Başbakan Binali Bey’i birkaç anıyla anlatmak istedim. Meclis Başkanımızı.
Dün Cumhurbaşkanımız kendisine “devlet nişanı” verdi. Bu aslında yalnızca devletin nişanı değildir.
Uzun yıllardır süren yol arkadaşlığının “kalp nişanı”dır. Bırakın siyaseti... İnsan ilişkileri ve dostluk açısından muazzam bir örnektir.
Helal olsun...
Paylaş