Paylaş
80 günde değil yani...
7 günde devriâlem.
Geçen hafta Pekin’de Çin Devlet Başkanı Şin Jimping’i dinledim.
Çin Komünist Partisi’nden önemli isimlerle sohbet ettim.
Dünyanın öteki yüzünde başka bir hayatı tanıdım.
‘Yasak Şehir’i gezdim.
Döndüm.
Ertesi sabah Başbakan Binali Yıldırım’la Kore’ye geçtim.
Kore şehitlerimize dua ettim.
Ve o şehitlikte kahramanlarımızın isimlerine bakarken sormadan edemedim:
ABD’nin isteği üzerine evlerinden binlerce kilometre uzağa gelip burada şehit düşen bu yiğitler dirilip sorsalar; ‘Kudüs’ü İsrail’e başkent yapan bu ABD bir daha çağırsa gelir miyim?’ Ya da...“Bunu yapacağını bilseydim, gelip bu topraklarda canımı ortaya koyar mıydım?”
Umarım...
ABD yönetimi bu soruların bugün bütün dünya halkları tarafından sorulduğunu görüyordur.
BİR FOTOĞRAF NELERİ GETİRİYOR
KORE’ye giderken... Birdenbire öyle gerilere gittim ki. Zaman tünelinden geçtim.
İşte böyle bir fotoğrafın izini sürdüm. Bu fotoğraftaki isimler... Bugün Başbakanlık Müşaviri Nüket Büyükyıldırım... Habertürk Yazarı Muharrem Sarıkaya... Sabah Gazetesi Ankara Temsilcisi Okan Müderrisoğlu...
Ve ben.
Şöyle birbirimize baktık. Ağlayacak gibi oldum. Bir dönem Hürriyet’in Ankara bürosunda sabahlara kadar birlikte çalıştığım arkadaşlarım.
Genç muhabirler Nüket ve Okan... İkisinin de yıldızı parlıyordu. Yetenekliydiler. Azimliydiler. Haberciydiler. Heyecanlıydılar...
İçlerinden manşet geçen çocuklardı.
Ve Muharrem...
Ah sevgili “Momo”...
Özal’ın her bakanlar kurulu toplantısını bütün detaylarına kadar alıp... Siyaset kulislerinin en keskin manşetlerini, özel haberlerini patlatan arkadaşım. Öyle bir büroydu ki bu...
Verdiği özel haber manşet de olsa, gece yarısı yine o manşeti kendisi yıkıp yeni bir özel haber verirdi.
Yayın yönetmenlerini uykusuz bırakırdı. İşte bu fotoğrafı çektirirken isimler geçmeye başladı.
Okan, “Neriman Delen (Saraçoğlu)” dedi...
Haberciliğin ciddi kızı.
Nüket “Aziz Utkan” dedi.
Sabah büroya ilk gelen iki kişi vardı. Rahmetli Aziz ve Nüket.
(Nüket resmi gazetedeki atamalar yayınlanmadan çıkmazdı... Yani gece yarısı...) Sonra ben hatırlattım: “Saygı Öztürk... Emin Özgönül...”
Ve o dakika aklımıza gelen isimler:
Bıldırcın Kemal (Saydemer), gerçek bir haberci Adnan Gerger, haber fotoğrafının iki duayeni Sökmen Abi, Fahir Arıkan, Ümit Turpçu, sonra Selçuk Şenyüz...
Ve haberciler; Çetin Çetiner, Sezai Şengün, gecelerin habercisi Süleyman Demirkan...
Sonra İzmir’den getirdiğim kardeşim Barış Selçuk... Özel haberin bitmek tükenmek bilmeyen takipçileri...
Muharrem güldü:
“Sabahlara kadar Çankaya Köşkü’nün kapısında beklediğimiz yıllar... Acaba Özal hangi kapıdan çıkıp nereye gidecek?”
Okan yine hatırlattı...
“Bahriye Üçok cinayetinde evin içine girmiştim. Gazeteci olduğum anlaşılmadığı için her şeyi almıştım. Ofise döndüm. Siz odadaydınız, haberi konuşuyordunuz... ‘Fatih Abi bende haber var’ demeye çalışıyordum. Siz “Tamam Okan, bir dakika şu cinayete bakıyoruz’ diyordunuz. ‘Tamam bende de o haber var’ dediğimde birden herkes donmuştu...”
Başladık gülmeye... Sonra dönemin başbakanı Yıldırım Akbulut için attığımız manşet...
Akbulut, kendisine karşı çıkan ekibi yenerek kongreyi kazanıp başbakan olmuştu. O zamana kadar Akbulut’la ilgili o kadar çok fıkra anlatılmıştı ki...
Sonrasını yine Okan anlatıyor:
“Abi sen Akbulut’la seçim sonrası röportaja gittin. Başlık şöyle gelmişti: Şimdi fıkra sırası bende.”
Okan anlattıkça güldük. Çünkü Okan’da hafıza muhteşem. Her şeyi hatırlıyor. O yıllar... Özel haber savaşlarının olduğu yıllardı. Haberle yatar haberle kalkardık. Haberden başka bir düşüncemiz yoktu. Yalnızca haber için değil, birbirimiz için çok arkadaştık. Hakkını yemeyelim; rakiplerimiz de vardı, iyiydiler.
Milliyet’ten Derya Sazak, Fikret Bilâ, Yavuz Donat, Radikal’den İsmet Berkan, Cumhuriyet’ten Faruk Bildirici...
(Şimdi adını hatırlamadığım kim varsa özür dilerim.)
Sözün özü arkadaşlar...
Gazeteciliğin hızlı yıllarıydı...
İyi ki yaşamışız...
Paylaş