Paylaş
Nuri Bey’in hikâyesi.
Adını Sivas Havaalanı’na verdiler.
Ve yeni kuşaklar bilsin diye bir kez daha yazıyorum. Ruhu şad olsun.
Nuri Bey’in hikâyesi büyüktür.
Nuri Bey’in hikâyesi bir milletin girişimci ruhunun nasıl kırıldığının hikâyesidir.
Nuri Bey’in hikâyesi bu milletin dağları elleriyle nasıl deldiğinin hikâyesidir.
Nuri Bey’in hikâyesi, baltalanmış bir gökyüzü hikâyesidir.
1930’lu yıllardayız.
Atatürk’ün başlattığı demiryolu atağı sürerken...
Sivas demiryolu ihalesini yürüten yabancı şirket, o zor coğrafya karşısında havlu atar.
İşi bırakıp gider.
Yarım kalan demiryolu... Yarım kalan umutlar... Telgraflar... Mektuplar...
İşte o zaman karar verir Nuri Bey. O da bir mühendistir. Girişimcidir.
“Ben yaparım” der ve ihaleyi alır.
O günden sonra...
Sivas-Amasya-Erzurum-Aşkale-Erzincan-Kemah-Afyon-Isparta...
Nuri Bey bütün bu hattı 10 yılda tamamlar.
1141 kilometre demiryolu yapar.
Mühendisiyle, işçisiyle...
Dağları elleriyle kazarlar neredeyse.
Öylesine bir mücadeledir ki bu...
İşte bir sahne:
Yıl 1934.
Sivas-Erzurum demiryolu inşaatı.
Sivaslı, Kemahlı işçiler, Anadolu mühendisleri, kazma-kürek ilerlerken inşaat gelip Atma Boğazı’na dayanır.
Fırat geçit vermez.
Dağları kazmayla delmek gerekecektir.
Teknik heyet çaresiz, Ankara’ya bir telgraf çeker.
Nafia (Bayındırlık) Vekili Ali Çetinkaya’dan cevap gelir:
“Bir işçi yediği ekmek kadar taş koparabiliyorsa, yolunuza devam edin.”
İşte böyle bir azimdir Cumhuriyet’in ilk yılları.
Yürürler böylece. Elde kazma sarp dağların arasından...
Ölümler olur. Onur intiharları yaşanır.
Bu şekilde tam 131 tünel açılır.
Atatürk o günden sonra Nuri Bey’in soyadını verir: Demirağ...
Peki, demiryolu yapan bir insanın adı neden Sivas Havaalanı’na verilir?
Evet kardeşim...
İşte mesele de burada.
Çünkü o Demirağ, bu defa genç Türkiye’nin milli uçak sanayini kurmak ister. Demiryolundan kazandığı paraları buraya yatırır.
Nuri Bey, Sivas’ın Divriği’ne bir ‘Gök okulu’ kurar.
Şimdiki Atatürk Havalimanı’nın olduğu yere de uçuş okulunun pistini yapar.
Ve Beşiktaş’ta uçak fabrikasını inşa eder.
Amacı Beşiktaş’ta uçak fabrikası, Sivas’ın Divriği’nde motor fabrikası...
Çünkü Divriği maden açısından zengindir.
Nuri Bey hummalı bir çalışmanın ardından, mühendis arkadaşlarıyla, yabancı danışmanlarla üretimi başlatır. Ama mesele de işte bundan sonra başlar.
Nuri Bey, ürettiği kendi uçağıyla seyahatler yapar.
Uçuş okulunda 290 pilot yetiştirir.
Ve nihayet!
Türk Hava Kurumu Nuri Bey’in uçak fabrikasına 64 okul uçağı, 10 planör sipariş eder.
Ama ne olursa ondan sonra olur.
Bana göre bugün okullarda ders diye okutulması gereken bu hikâyenin hazin özeti şudur:
Yerli uçakların üretimi bir bahaneyle durdurulur.
Demirağ, İsmet İnönü’ye uzun bir şikâyet mektubu yazar:
“Memlekette havacılık sanayi yolunda ilk teşebbüs, idare heyetini teşkil buyurduğunuz Türk Hava Kurumu tarafından işte bu suretle baltalanmıştır. Kurumunuzun sipariş edip de sonra haksız sebeple almaktan imtina ettiği tayyareler ise bugün Yeşilköy’de her an uçuşa amade beklemektedir.”
İşte Sivas’tan dönerken omzuma yüklenen hazin öykü budur.
Türk milli uçak sanayi işte böyle baltalanmış, söndürülmüştür.
Girişimciliğimiz kırılmış, özgüvenimiz çökertilmiş...
Evet, Nuri Bey’in ürettiği uçaklar, İnönü’ye yazdığı günden beri hâlâ beklemektedir.
Müzelerde beklemektedir. Yalnızca bu olay mı?
Dünya çapındaki uçak mühendisimiz Necdet Eraslan, Türkiye’de değer bulamaz, ABD’ye çağrılır. 20 yıl orada kalır. 12 yıl NASA’da çalışır.
Mühendis mucit Ali Yıldız ABD’ye gider.
Bir başka hazin gökyüzü öyküsü Vecihi Hürkuş’tur. Kendi uçağını yapar, Çekoslovakya’ya uçar, uçağı tescil olur.
Ama onun da önü kesilir, üretime geçemez.
Bir başkası Ali Yar’dır.
Fransız uçak sanayini kuran Marcel Dassault ile aynı okulda okumuştur.
Geldik bugüne...
Bugünlerde, Türk Hava Yolları’na alınan Airbus uçaklarını düşündükçe...
Hatırlatayım dedim:
Bu Airbus uçaklarını yapan ülkeler; Fransa, Almanya, Hollanda, İngiltere’dir...
Bilmem anlatabildim mi?...
Genç kardeşim.
Paylaş