Paylaş
Aydın Doğan, sahibi olduğu medya grubunu Demirören Ailesi’ne devrediyordu.
İki ailenin kurucu babalarından Aydın Doğan sahnedeydi. Erdoğan Demirören ise binaya gelmiş ama hastalığı nedeniyle aşağı inememişti.
***
O gün salonda Demirören ve Doğan ailelerinin ikinci ve üçüncü kuşak üyeleri vardı.
Uzun süre iki ailenin çocuklarını izledim.
Erdoğan Bey ve Aydın Bey modern Türk aileleri kurmuştu.
Pırıl pırıl çocuklar, iyi eğitim almış evlatlar...
***
O gün Türk sanayisinin Vehbi Koç sonrası ilk kuşağının Türk sanayisine yaptığı büyük katkıları düşünmüştüm.
Bugün Türk ekonomisi, bütün Müslüman dünyasında yıldız gibi parlıyorsa eğer...
Karadeniz’de, Balkanlar’da, Kafkaslar’da, Avrupa’nın birçok yerinde liberal ekonomisiyle en rekabetçi ülkelerden biri haline geldiyse...
Bunda Erdoğan Demirören ve Aydın Doğan gibi kurucu babalarının büyük vizyonu, hayatlarını neredeyse heba edecek kadar sıkı çalışmalarının büyük katkısı vardı.
***
O gün Erdoğan Bey’in gazeteye geldiğini bilmiyordum. O nedenle yukarı çıkıp hoş geldiniz bile diyememiştim.
Meğer onu son defa görme fırsatını kaçırmışım.
***
Oysa görseydim, ona bir borcumu ödeme imkânım olacaktı.
Basına geç gelmiş bir gazeteci olarak 1990 yılında İstanbul’a geldiğimde bana bugün çalıştığım sektörü ilk anlatanlardan biriydi Erdoğan Bey...
Ne zaman bir davette onun masasına düşsem sevinirdim.
***
Belki az insan bilir ama Erdoğan Bey Türk basınının hafıza kutularından biriydi.
Türk ekonomisinin kurucu babalarındandı...
Türk medyasının kurucu babalarının da en yakın arkadaş grubundaydı.
Modern Türk basınının kuruluş yıllarının en büyük tanıklarındandı.
***
Benim için onun çok daha duygusal bir hatırası da var.
Erdoğan Bey, Rumelili Türk iş insanlarıyla birlikte Evlad-ı Fatihan ruhuna sahip çıkan insanlardandı...
***
Güle güle Erdoğan Bey...
Kırcaali’de doğmuş bir anne ve babanın oğlu olarak o tesadüf masalarda bana anlattıklarınızı ve Rumelilik ruhuna yaptığınız bu katkıları hiç unutamayacağım...
SENİN ÇOCUĞUN HİÇ Mİ ‘KUZUCUK’ OLMADI HA...
SİYASETÇİNİN o hazin cümlesi 24 saattir kulaklarımda uğursuz bir nakarat gibi gidip geliyor...
Diyor ki siyasetçi...
“Adile Naşit’in masal anlattığı o yıllar bizim için kâbustu...”
***
Niye kâbustu be arkadaşım... Ne yaptılar sana o yıllarda...
***
Çocuğun var mı senin çocuğun...
Çocuğun, televizyon ekranında “Kuzucuklarım” diyen o hepimizin Adile Teyzesi’ne ninesi gibi bakıp hiç uykuya dalmadı mı...
***
Uyumak güzel şeydir be kardeşim... Hele hele çocuk huzuruyla uyuyabilmek...
Bir çocuk gibi ninniyle uykuya dalmak kadar güzel bir hatıramız yoktur.
***
Ya siz Sayın Siyasetçi...
Hiç mi Hababam Sınıfı seyretmediniz. Hayal okulunuzda, hiç mi Hafize Ananız olmadı o Adile Naşit.
***
Hiç olmazsa bu ortak duygumuza kara çalmayın...
Hadi bizim gönlümüzü kırdınız, bari çocuğunuzun hatta kendinizin gönlünü kırmayın, ucuz bir siyasi demagoji uğruna...
***
Bırakın şu kutuplaşmış, paramparça olmuş ülkemizde hepimizin birkaç ortak hatırası kalsın...
***
Bizim kalmadı... Bari çocuklarımızın bir ortak hatırası kalsın be arkadaş...
Onlara bu ninniyi söyleyen bir Adile teyzeleri kalsın şu fani dünyada...
***
Siz ki kısa bir süre için Kültür Bakanlığı da yaptınız.
Allah aşkına, geçmişe kara çalmak için bula bula Adile Naşitimizi mi buldunuz yani...
SEN BENİM EN GÜLERYÜZLÜ KOMŞUMDUN ADİLE ABLA
1980’li yılların ortaları...
Erol Simavi beni Hürriyet’e danışman yapmış...
Gazete bana Balmumcu’da üç katlı bir evin en üst katını tutmuş...
En alt kattaki komşum Adile Naşit...
Yaz günleri o bahçeden hep mutlu kahkahalar geliyor...
Thomas Mann’ın Tonio Kröger’inde dediği gibi hayatın üç tempolu sesi...
Kimler gelmiyor ki o eve... O bahçeye...
Sezen Aksu’nun şarkıları çınlıyor...
Evin müdavimi o...
İstanbul hayatım işte böyle bir evde, böyle bir komşuyla başladı...
Ve bugün diyorum ki...
Sen bakma siyasetçinin bu lafına Adile Abla...
Sen benim en neşeli komşumdun.
PATMOS’TA BANA ÖYLE KAPALI BİR KAPI AÇILDI Kİ
DÜN Yunanistan’ın Patmos adasındaydım. Orada Hora denilen tepedeki yerleşim yerine gittim.
***
Yıllardır oradaki manastıra giderim.
Ama bu defa o manastırın dehlizlerinde bana öyle bir kapı açıldı ki...
Kendimi Umberto Eco’nun ‘Gülün Adı’ romanındaki bir keşiş gibi hissettim.
O dehlizin sonundaki kapının arkasındaki küçücük gizli bölümde, bir bilim insanı çalışıyordu.
Bir de oranın korucusu Yannis...
***
Yannis bana öyle gizli kasaları açtı ki... Bu pazar size orada gördüğüm şeyleri anlatacağım.
Şimdilik kilisenin girişinde çektirdiğim bu fotoğrafla yetinin...
Devamı pazar günü...
SAHNEDE OLMASAM DAHA DA İYİ OYNARDIM
DÜNKÜ yazım üzerine Cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce aradı.
Karabük mitingine gidiyormuş...
“Harmandalını iyi oynarım” dedi ve devam etti:
“Sahnede olmasak, şöyle rahat bir meydanda olsak daha da iyi oynardım...”
İtiraf edeyim Muharrem İnce beni şaşırtan bir performans gösteriyor...
Ama benim için en önemli olanı şu:
Siyasete neşe getirdi...
Asık suratlı siyasetin yüzünü güldürdü...
Bence bu seçimin şimdilik en büyük kazancı budur...
Paylaş