Paylaş
Üstelik adı “La dictadura perfecta”...
Türkçesi şu:
“Mükemmel diktatör.”
Bu fotoğraf da bu diktatörün zaferini kutlama anını gösteriyor.
Biraz Adnan Hoca’nın kedicikleriyle çevrili bir diktatör gibi duruyor ama hiç hafife almayın...
Bu adam dünyanın tanıdığı en berbat diktatörlerden biri...
Şimdi gelelim detaylara ...
Bu, Netflix’in yeni filmlerinden birinin adı...
Film Meksika’da bir eyalet başkanının nasıl ülkenin başkanı haline geldiğini ve sonunda “mükemmel bir diktatör” olduğunu anlatıyor.
Sadece ilk sahnesini anlatacağım ki seyretmek isteyenlerin ilgisi düşmesin.
*
Film, Meksika’nın en büyük devlet televizyonuna gelen bir video ile başlıyor.
Videoda bir eyaletin seçilmiş başkanının, başkanlık ofisinde uyuşturucu kartelinden çanta içinde rüşvet alışı görülüyor.
İşte o andan itibaren rüşvet alan bu eyalet başkanının, nasıl ve hangi komplolarla ülkenin devlet başkanı haline geldiği anlatılıyor.
*
Tabii başrolde medya var...
Uyuşturucu kartelleri, kadın satıcıları, yerel iş dünyası, herkes...
Ve tabii ki oy veren halk...
Hepsi elbirliğiyle mükemmel diktatörü yaratıyorlar.
*
Hayretle seyrettim.
Ama daha da hayret ettiğim şey bu filmin Meksika’daki ulusal bazı kuruluşlar tarafından finanse edilmesi:
Ulusal Kültür ve Sanat Konseyi.
Ulusal Kültür ve Sanat Fonu.
Meksika Özerk Üniversitesi.
Meksika Sinema Enstitüsü.
*
Bir de filmin girişindeki şu yazılar çok ilginçti:
“Bu filmdeki olaylar şaşırtıcı şekilde gerçektir.
Gerçekle olan benzerlikler tesadüf değildir...”
*
O kadar doğru bir yazı ki...
Dünyadaki hiçbir diktatörün ortaya çıkışı tesadüf değil...
Hepsi kolektif bir suç ortaklığının ürünü...
RAHMİ KOÇ’TAN 1 MİLYON MÜZE ZİYARETÇİSİ MEKTUBU
RAHMİ Koç bu yılın başında bazı dostlarına bir mektup yazdı.
Biri de bana geldi.
İstanbul, Ankara ve Ayvalık’ta açtıkları üç müzeyi ziyaret eden insan sayısı 1 milyonu geçmiş.
“Böyle bir adede bırakın Türkiye’yi, yurtdışındaki özel sektör müzelerinin erişmesi bile güçtür” diyor.
Mektuptan şunu da öğrendim. Koleksiyonculuk tutkusu ona annesi Sadberk Hanım’dan geçmiş.
1956 yılında Detroit’e gittiğinde Henry Ford Müzesi’ni gezmiş ve oradan esinlenmiş.
Detroit’te 2 ay kalmış ve hemen her gün birkaç saatini o müzede geçirmiş. Aynı sevince ben de katılıyorum...
ALLAHIM BEN NASIL BÖYLE ‘ŞİKİ ŞİKİ BABA’CI OLDUM
BAZEN yaş mı diyorum... Yoksa yaşadığımız şu günler mi...
İki dakika arayla birbirine zıt iki şarkı dinliyorum, ikisi de beni mahvediyor...
Bir yandan Mazhar Alanson’un “Yazan Âşık”ını dinliyorum... Alıp götürüyor beni... Sonra birden ikinci ruhum uyanıyor...
İki dakika sonra Beyazıt’la Ayla Çelik’in “Şiki Şiki Baba”sı moduna giriyorum...
Nasıl oluyor da o hüzünlü, duygusal adamı anında satıp “Şiki şiki baabaaaa” diyerek, hem de böyle uzatarak söylüyor buluyorum kendimi...
Tuhafım yani...
Bir Ankaralı, bir Egeli...
Bipolar hallerde yaşıyorum...
AH MAZHAR YİNE BAŞIMA DERT OLDUN BE ARKADAŞ
MAZHAR Alanson’un 20 Aralık’ta çıkan yeni albümü “Yazan Âşık”a adını veren şarkı var ya...
Boyun fıtığından yattığım şu günlerde beni yaktı geçti...
Olağanüstü bir Mazhar Alanson şarkısı...
Hani o hepimizin Ankara yıllarındaki sound’u var ya...
“Bodrum Bodrum”u yazdığı yılların sesi...
İçimizdeki başına buyruk özgür hüzün günlerinin melodisi...
İşte o... Yine çıktı geldi başıma...
Dert oldu...
Yok Mazhar ben sana hiç kızamam...
Ölünceye kadar...
Katiyen kızamam...
YAZAN AŞIK
Şarkıdan iki dize: “Öyle bir zamanda gel ki
ayrılmak hiç mümkün olmasın.
Mesela bir ilkbahar sabahı
Ve ne olur kimse duymasın...”
Paylaş