Paylaş
Hiç düşündünüz mü?
Ülkenin ana akım iki büyük partisi, Adalet ve Kalkınma Partisi ile Cumhuriyet Halk Partisi’nin Ankara ve İstanbul belediye başkan adaylarının ortak karakteri nedir?
Hiç düşünmediyseniz size bu 4 insanın siyasi sicilinden bazı özelliklerini aktarayım.
İktidarın İstanbul adayı Binali Yıldırım...
Kısa başbakanlığı sırasında “Düşman azaltıp dost çoğaltalım” düşüncesini hepimizin kafasına sokan siyasetçidir.
Hep ılımlı bir üslubu olan, çatışmayı değil hep uzlaşmayı arayan bir insan.
Çatışan değil, yapan insan...
Ana muhalefetin İstanbul adayı Ekrem İmamoğlu...
Beylikdüzü’nü iktidar partisinin elinden, uzlaşarak, ikna ederek, barışçı bir söylemle alan insan...
Akit gazetesinin ölen yazarı Hasan Karakaya için taziye mesajı yayınlayacak kadar, vicdanını ve insanlığını siyasetinin üzerine koyabilmiş bir insan.
O da çatışan değil, yapan insan.
İktidar partisinin Ankara adayı Mehmet Özhaseki...
Siyasetinin son döneminde “İzmir halkının hayat tarzı ile ilgili endişesi varsa saygı duymamız lazım” diyecek kadar empatik bir duyguya gelmiş.
Sakin bir üslup...
Bölen değil, birleştiren... Kavga eden değil yapan bir siyasetçi.
Ana muhalefet partisinin Ankara adayı Mansur Yavaş...
CHP’nin Türkiye’de yüzde 25 oyla girdiği Ankara seçiminde kavgacı, kutuplaştırıcı Melih Gökçek’e karşı birleştirici, barıştırıcı bir üslupla çıkmış, makul çoğunluğa makul bir üslupla seslenmiş...
Ve iktidarın bütün gücünü yanına almış bir Melih Gökçek’le neredeyse aynı oyu almış insan...
O da belediyecilikte kavga eden, bölen değil, birleştiren, yapan insan.
Hiç düşündünüz mü, iki büyük parti ülkenin en büyük iki şehrinde neden bu özelliklere sahip adaylarla yarışa giriyor...
Neden ne iktidar partisi ne de ana muhalefet partisi, kendi katı ideolojilerinin şövalyeleriyle değil de ülkenin iki yakasını bir araya getirmeyi hedefleyen karakterdeki insanlarla yarışa giriyor...
Beyler bu tabloyu iyi okuyalım.
Türkiye artık kutuplaştırıcı, bölücü, öteki yarıyı yok sayıcı siyasetlerden usandı.
Bırakın karşı partiyi, kendi oy verdiği partide de karanlık şövalyeleri, gücünü kavgadan alan, karşısındakini yok sayan siyasetleri istemiyor.
ANKARA VE İSTANBUL’U KAZANAN BÜTÜN TÜRKİYE’Yİ NASIL KAZANIR
HANİ deniyor ya İstanbul’u ve Ankara’yı kaybeden Türkiye’yi kaybeder...
Bunu diyenler, aynı zamanda şunu anladı:
İstanbul’u ve Ankara’yı bölerek değil, ancak birleştirerek kazanabilirler. Kazanmanın, artık bölmekten değil birleştirmekten geçtiğini de anladılar.
O zaman aklınıza şu soru gelmeyecek mi?
İstanbul ve Ankara’yı birleştirerek kazananlar, bölerek bütün Türkiye’yi nasıl kazanacak?
Bence siyasetin önümüzdeki en büyük sorusu bu olacak.
KÖTÜ, DAHA DA KÖTÜ KÖTÜNÜN EN KÖTÜSÜ
YILIN üç büyük kadına karşı şiddet olayının üç erkek faili var... Bana göre hepsi de bu olayı birbirinden kötü yönetti...
Ama yine de bir daha kötü sıralaması yapmak gerekirse benim listem şu:
DAHA İKNA EDİCİ BİR YOL İZLEYEBİLİRDİ
KÖTÜ: Banko Talat Bulut...
Bence üçü içinde durumu kurtarmaya en müsait olanı oydu. Sadece genç bir kadının ifadesi vardı.Üstelik hukuken kendini kurtaracak bir karar da çıkmıştı. Direkt olarak “Herhalde yanlış anlamaya yol açabilecek bazı davranışlarım olmuş” deyip davranışlarını gözden geçirecek bir yol izleseydi, belki daha ikna edici bir sonuç alırdı. Üstelik kızı onun yanında çok sağlam bir tavır almıştı. Ama özellikle mahkeme kararı sonrasında konuşmaları ile “Böyle konuşan bir erkek onu da yapmıştır” izlenimine yol açtı.
BAŞTA İYİYDİ SONRA GİDEREK KÖTÜLEŞTİ
DAHA KÖTÜ: Banko Ahmet Kural...
Onun durumu daha vahimdi. Çünkü Sıla’nın yüzünde ve vücudunda darp izleri vardı.
Başta özür dileyerek ve “Psikolojik destek alacağım” diyerek bir ikinci şans fırsatını yakalamıştı.
Ama sonradan olayı çok kötü yönetti.
Komşusunun kızına bile yalan ithamlarda bulundu.
Sıla’ya karşı itibar saldırılarında bulundu. Ve ne yazık ki ikinci şans hakkını büyük ölçüde kaybetti.
EN ÇİRKİN YOLU CECELİ İZLEDİ
EN KÖTÜ: Banko Mustafa Ceceli...
Hem eşini bırakıp başka kadına gitti. Orada kendini savunamayınca, bu defa eşini gözden düşürme çabasına girdi ve öyle kötü bir şey yaptı ki...
Kendini en çok sevenleri bile karşısına aldı. Hiç konuşmasaydı, hiç kendini savunmaya kalkmasaydı, sadece yeni hayatını düzgün biçimde yaşamaya devam etseydi, daha az zararla bu işten sıyrılabilirdi.
Ama magazin tarihine gizli kamera şantajcısı olarak geçti.
YOK AHMET, HERKES TARTIŞTIĞI KADININ SURATINI DAĞITMIYOR
Hep söyledim.
Ahmet Kural benim sevdiğim bir oyuncu...
Filmlerini birlikte seyrettik. Çok övücü şeyler yazdım filmleri için.
Dün Günaydın gazetesine Ömer Karahan’a verdiği mülakatı okudum.İki noktaya çok takıldım.
BİR: Ahmet Kural diyor ki: “Karşılıklı bir münakaşa yaşadık. Gerçekten birçok çiftin yaşadığı türden sert bir tartışma...”
Olmadı bu laf Ahmet kardeşim...
Doğru, pek çok çift tartışır, ama bazıları kadının suratını dağıtır, orasını burasını morartıncaya kadar döver...
TEDAVİ İHTİYACINA VİCDANIN DEĞİL PSİKİYATR KARAR VERİR
İKİ: Ahmet Kural diyor ki: “Vicdanım rahat bir şekilde şunu söyleyebilirim: Benim tedaviye ihtiyacım yok.”
Bu da olmadı arkadaşım. Basın danışmanın aracılığıyla bana gönderdiğin açıklamada “Psikolojik yardım almayı düşündüğünü” söylemiştin...
Ne oldu? Kendi kendini mi tedavi ettin?
Yoksa “Onu dövmekte haklıydım” noktasına gelip vicdanına mı bu kararı verdirttin... Sana şunu söyleyeyim. Tedaviye ihtiyacın olup olmadığına senin vicdanın değil, bir psikiyatrın karar vermesi daha doğru olmaz mı...
SON 24 SAATTE YAŞANANLAR
Paylaş