Bu yazıişleri masasında hiç sorulmayan o soru

Bu masada, Hürriyet yazıişleri masasında 20 yıl oturdum.

Haberin Devamı

O soruyu bugüne kadar bir defa sormuştum...

“Arkadaşlar içimizde Alevi var mı?”

Göçmen ailemde hiçbir zaman, kimseye sorulmamış bir soruydu...

Hafızamda, şahsi lügatimde yoktu böyle bir soru cümlesi...

Bu yazıişleri masasında hiç sorulmayan o soru

1995 yılıydı...

Gazi Mahallesi olayları başlamıştı...

İşte öyle bir gün, sırf merakına sormuştum.

Aramızda iki Alevi, bir Bektaşi, bir de Kürt varmış...

*

Kim neyin nesidir, nereden gelmiştir, nerede doğmuştur sorusu o masada bir daha hiç sorulmadı.

Sorulmadığı için de pazar akşamı kaybettiğimiz arkadaşımız Necdet Doğan’ın bir Akdeniz çocuğu olduğunu da yeni öğrendim.

*

Nüfusa kayıtlı olduğu yer Bilecik’ti ama Dalaman’da doğmuş...

Haberin Devamı

Üstelik anne ve babası benim annem ve babam gibi Bulgaristan doğumluymuş...

Babası Dalaman Üretme Çiftliği’nde çalışan bir atölye ustasıymış...

Çocuklarını çok iyi yetiştirmişler.

Necdet parlak bir gazeteci oldu.

Kız kardeşleri çok iyi bir avukat.

Ağabeyi ise kalp cerrahı...

*

Bir mesleki çelişkiler insanıydı Necdet...

Gazeteciler gürültücüdür, sesleri cüsselerinden daha yüksek desibelde çıkar...

O ise tanıdığım en sessiz gazeteciydi...

Ancak çok gerekli yerde, çok gerekli zamanda yükseltirdi sesini...

Bu yazıişleri masasında hiç sorulmayan o soru

Konuşmadan tasarruf ettiği zamanı, araştırmaya harcardı...

“Araştırmacı gazetecilik” kavramının laga luga bir insan harcama, bir linç sanatının irkiltici kamuflajı haline getirildiği bu meslekte, gerçek araştırmacıydı.

*

“Gerçek acıtır” sözünü her gün kafamıza çakardı...

Manşet kıtlığı çektiğimiz günlerde, önümüze bir haber gelir, üzerine atlarız ve işte tam o sırada onun bizi delirten sesi duyulur.

“Bu çok eski bir haber, daha önce şurada şurada yayınlanmıştı.”

Moral balonlarımız bir anda patlar...

İfrit oluruz ona, keyfimizi kaçırdığı, fiyakamızı bozduğu, bir an önce işimizi bitirip barda bir kadeh atma hazzımızın içine ettiği için...

*

Haberin Devamı

Oysa bizi büyük bir yanlıştan kurtarmıştır...

Araştırmacı gazeteciliğe gerçek anlamını vermiş, araştırmış, aramış, bulmuştur...

*

Bir tür erken haber alma sistemimizdir...

Koruyucu meleğimizdir Necdet...

Sessizliğin gücü, sükûnetin en başarılı muhabiridir.

*

Bir de arkeolog yanı vardır...

Allah’ın verdiği bir algılama, görme kabiliyeti ile bir başka gazetenin fark edemeyip en münzevi arka sayfa mağaralarına gömdüğü bir satırı bulur, araştırır ve onun arkasındaki keşfedilmemiş haberi kordu önümüze...

*

Özdemir İnce’nin edebiyat ve kültür için söylediği bir söz vardır:

“Doğan Hızlan bir yerde ise orası meşrudur” der...

Ben de diyorum ki...

“Necdet bir yeri kazmışsa, orası gazetecilik arkeolojisinin Göbeklitepe’sidir...”

Haberin Devamı

Oradan hepimizi aydınlatacak, manşetlerimize oturacak bir hakikat çıkar...

Hem de öyle son günlerin moda deyişi ile “yeni normalin küresel hakikat diye yutturulmaya çalışılan çakma hakikati” değil...

Sahici hakikattir o...

*

Mesleğimiz Kafka romanlarından çıkmış, kendi kuytusunda gerçeği arayan sessiz, şöhretsiz, abartısız, kibirsiz bir kahramanını kaybetti...

Dün önümüze koyduğu hakikatlerle, tarafsızlığıyla, vicdanıyla, sinirimizi çok bozdu...

O nedenle bugün çok hayır duamızı alıyor...

*

Güle güle sevgili kardeşim...

Bilirim, benim sende çok hakkım kalmıştır...

Bilirim hep helal etmişsindir onu...

*

Ama senin de bende kalmış üç, beş, on hakkın varsa...

Haberin Devamı

Bin kere, yüz bin kere helal olsun sevgili kardeşim...

Yazarın Tüm Yazıları