Paylaş
Her Türk vatandaşı gibi ben de onu 1960’lardaki Devekuşu Kabare yıllarından beri tanıyorum.
Masasında, sohbetinde çok bulunmuşluğum vardır.
Ama Kadıköy’deki evinin fotoğrafını ilk defa görüyorum.
Sıradan biraz hallice bir apartman dairesi işte...
Çetin Emeç öldürüldüğünde de şaşırmıştım...
Onunki de öyle bir apartman dairesiydi...
Dün sabah evinden çıkarken çekilmiş görüntüleri iki kere-üç kere izledim.
Artık 77 yaşında...
Takım elbisesini giymiş, kravatını takmış...
“Savcı Bey davet etti, gidiyoruz” dedi...
Baktım, sesinde ne öfke var, ne kinaye...
Ama bolca hüzün var...
Bir de şuna baktım...
Savcı davet etti diyor, ama kapıda biri resmi öteki sivil iki polis arabası...
Sonra içimden şu geçti...
Sayın Savcım...
Ne gerek vardı kapıya polis göndermeye...
Size geliyorum diye kravatını takmış, takım elbisesini giymiş bir insanın o davete hemen icabet edeceğini siz de çok iyi biliyorsunuz...
İşte bunu demek geçti...
Bir de şunu düşündüm...
Kendim kadar eminim...
Davet eden savcı da, en az bir-iki Devekuşu Kabare tiyatrosu izlemiş, onların üç-beş filmini seyretmiştir...
Öyle ya... Türk olup da, bu ülkede yaşayıp da ona bir kere bile gülmemişlik olur mu...
12 Eylül’de bile güldürmedi mi o insanlar bizleri...
Metin Akpınar’dır o... Müjdat Gezen’dir...
Bu ülkenin seçilmiş başbakanı rahmetli Necmettin Erbakan’ı bile güldüren insandır yani...
Bu ülkenin seçilmiş cumhurbaşkanları rahmetli Süleyman Demirel’i, rahmetli Turgut Özal’ı kahkahadan kırıp geçiren insandır...
Rahmetli Bülent Ecevit’i önce hicvedip, sonra ona oy veren insandır.
Akit gazetesinin internet sayfasındaki biyografisini bir okuyun...
O bile sevgiyle yazmış biyografisini...
Evet, toplumsal hafızamız yaralı... Daha dün bir darbe tehlikesi daha atlattık...
Bazı yaralarımız henüz kabuk bağlamadı...
Alıngan olduk... Hepimiz zonalı gibiyiz. Sinir uçlarımız açık. Uzaktan bir ima bile acıtıyor bir yanımızı...
Dikkat etmeliyiz ağzımızdan çıkana... Kulağımızın duymadığını, duyamayacağını ağzımızdan çıkarmamamız lazım...
Hepimiz için geçerli bu...
Ama ben de biliyorum, siz de...
Türk mizahının en insani son tiradıdır o üç kelime...
“Sürçülisan ettiysek, affola” diye biter...
İşte o yüzden çok gülmüştür Erbakan’ı da, Demirel’i de, Özal’ı da, Ecevit’i de o insana...
O sondaki tirat, hep hatırı kalmış bir fincan kahvedir gönlümüzde...
Metin Akpınar, bütün Türkiye’yi, hepimizi güldüren, bir mizahın insanıdır...
Ondan bir trajedi yaratmak ne bana, ne bize...
Ne size, ne de onlara...
Kimseye bir yarar sağlamazdı...
Yani diyeceğim...
Herkes için iyi olmuştur, hayırlısı olmuştur evlerine dönmeleri...
Orada doğmuş, Sartre’ı, Camus’yü, Yaşar Kemal’i, Sait Faik’i ilk orada okumuş biri olarak ne zaman şu cümleyi işitsem:
“İzmir çantada keklik değil...”
İşte her seçimden önce ne zaman bu cümleyi işitsem...
“İşte beni yetiştiren şehir budur” diye gurur duyuyorum...
İZMİR ÇANTADA KEKLİK DEĞİL, YA İSTANBUL KEKLİK Mİ
İzmir bugün değil...
Dün de değil...
Önceki gün de değil... Hep böyleydi, hiçbir zaman çantada keklik değildi...
İzmir, özgür iradesi ile oy kullanan insanların keklik değil, vatandaş olduğu şehirdir çünkü...
Hiçbir siyasetçiye, hiçbir partiye verilmiş açık çeki yoktur...
İzmir’in hep bir seçim dönemi için verilmiş vekâletnamesi vardır.
İşte o nedenle aynı soruyu İstanbul için, Ankara için, Anadolu’nun öteki şehirleri için de soracağım.
Önümüzdeki yerel seçimde sizce İstanbul çantada keklik midir?
Ya Ankara...
Bir şu İzmir için yazdıklarımı önyargısız okuyun...
Onun yanına son seçimde partilerin İstanbul ve Ankara’da aldıkları oyları yazın...
Bakın bakalım İstanbul ve Ankara çantada keklik mi...
Ben kendi payıma İstanbul’da oy vereceğim... Kimse için çantada keklik değilim...
Kafasında özgür iradesi, beyninde aklı...
Kalbinde vicdanı, demokrasi ve vatan sevgisi olan bir vatandaşım...
FIRST LADY ‘ONA SÖYLE CLEAN GELSİN’ DERKEN NE KASTETTİ
GEÇEN akşam Ellen DeGeneres’in programına konuk olan ABD’nin eski first lady’si Michelle Obama’yı izledim.
Eski first lady, büyük kızlarının ilk mezuniyet balosuna gidişini anlattı. Onu baloya götürecek olan erkek arkadaşı, toplumdaki yaygın gelenek nedeniyle “Seni arabamla ben götüreceğim” demiş. Tabii bu Beyaz Saray’da büyük bir krize yol açmış.
Gizli Servis “Kesinlikle olmaz” demiş ama sonunda ikna etmişler. Michelle Obama bunu kızına anlatırken sıkı sıkı tembihte bulunmuş.“Oğlana söyle, aman söyle buraya gelirken ‘clean’ gelsin. Gizli Servis arabasını köpeklerle sıkı sıkı arayacaktır” demiş.
Bu lafa çok güldüm.
“Clean”, temiz anlamına geliyor, ama tabii ki burada onun kastettiği şey başka. Amerikan günlük dilinde “clean”, “uyuşturucu bulundurmamak” anlamında kullanılıyor.
Yani “Oğlana söyle gelirken arabada uyuşturucu falan olmasın” diyor.
Tam bir sitcom...
EVİN HİZMETÇİSİ FAŞİST BİR MİLİSTEN HAMİLE KALIRSA
MEKSİKALI yönetmen Alfonso Cuaron’un son filmi “Roma”yı annemi kaybettiğimin üçüncü gecesi seyrettim.
1970’li yıllarda dışarıda her şeyin çok kötü gittiği, faşist milislerin sokaklarda, polisle el ele gençleri öldürdüğü bir Meksika’da, ortanın biraz üstündeki bir ailenin hikâyesi...
Filmin birçok ana kahramanı var. Biri de Latin Amerika yerlisi bir kız...
Cleo...
Evin hizmetçisi...
Uzakdoğu sporları yapan faşist bir milisten hamile kalıyor.
Başka bir kadına giden doktor koca...
Babasının yokluğunu çocuklarından saklamaya çalışan bir anne...
Tam anneanne gibi bir anneanne... Tam çocuk gibi çocuklar.
İşte böyle bir ortamda birbirine sarılan insanların hikâyesi...
Son yıllarda çok az film bana böylesine güzel bir hikâye anlattı...
Film Meksiko City’de orta sınıf üstü ailelerin oturduğu, halk arasında “Roma” diye bilinen bir semtte geçiyor.
Her şey bir zamanların İtalyan Yeni Gerçekçilik atmosferinde geçiyor.
Sinema salonlarında ve Netflix’te vizyona girdi.Seyredin... Seveceksiniz...
Paylaş