Paylaş
Geçen hafta faiz kararının ardından, önce bir işadamı, daha sonra bir banka genel müdürü ile Merkez Bankası’nın faiz kararını tartıştık. Şahsen beklemiyordum ama yarım puanlık faiz artırımı halinde piyasaların olumlu etkileneceği düşüncesindeydim. Ancak hem işadamı hem de bankacı, “Bir şey değişmeyeceğini” söylediler. Merkez Bankası’nın enflasyonla mücadele konusunda gevşek davrandığını, siyasi iktidarın baskısı nedeniyle böyle davranmak zorunda kaldığını artık herkes kanıksamış. Tartıştığım işadamı Merkez Bankası faiz artırsa bile bunun bir şeyi değiştirmeyeceğini, çünkü genel ekonomik havanın artık bu noktayı aştığını söyledi. Türkiye ekonomisinin yeniden ivme kazanması için çok daha radikal işler yapılması gerektiğini kaydeden işadamı, “Yani eskiden yapıldığı gibi; bir reform programı ve onunla birlikte şok faiz artışlarından mı söz ediyorsunuz?” dediğimde bunu onayladı. Ancak öylesine radikal bir harekete girilmesi halinde enflasyonun düşüp kalıcı büyümeyi sağlayacak umudun verilebileceğini söyledi.
Genel bezginlik havası bulunduğunu kabul eden bankacı da, hem bankaların hem iş aleminin bir atalet içinde olduğunu, bunun da kimsenin önünü görememesinden kaynaklandığını söyledi. Hiç kimsenin artık Merkez Bankası faizine bakmadığını, bakılan faizin Hazine borçlanma faizi olduğunu kaydeden bankacı, yeniden canlanmayı sağlayacak bir iklimin bulunmadığını, bunu yaratacak siyasi inisiyatif ve bürokrasi kadrosunu da görmediklerini kaydetti.
KGF kredileriyle canlanma yaratmanın devamlılığı olamayacağını, yılbaşından sonra canlı kredi talebi bulunmadığı gibi, sadece kamu bankalarının kredi artışı sağladığını kaydeden bankacı, özel bankaların da önlerini göremedikleri için çekimser davranmalarının normal olduğunu söyledi. Hem işadamı hem bankacı, mevcut havayla, büyümek için ciddi ihtiyaç duyulan dış kaynağın bulunmasının çok zor olacağına özellikle dikkat çektiler.
afrin harekatı zorlaştırdı
2000-2011 yıllarındaki reformlar, AB ile yakınlaşma ekonomide ciddi çıpalar oluştururken, Türkiye ekonomisi başarı hikâyesi yaratmıştı. 2007 yılına kadar sadık kalınan reform programı aşama aşama savsaklanıp geriye gidişler oldukça bu başarı hikâyesi de sona erdi. Son yıllarda ise hem siyasi hem ekonomik geri gidişler iyice arttı ve alarm sinyalleri o nedenle artmaya başladı.
Son günlerde, ABD ile çatışmanın da etkisiyle, hükümetin yeniden AB’ye yakınlaşma adımları attığını görüyoruz. İş âlemi de “Acaba yeniden AB çıpası oluşabilir mi?” sorusunu tartışmaya başladı. Almanya’da koalisyon protokolüne giren şartlara göre AB ile yeniden ilişkilerin canlanması için her şeyden önce Türkiye’nin demokrasi ve insan hakları alanındaki geri gidişleri telafi etmesi gerekecek. OHAL’ın kalkması, gazeteci ve milletvekillerinin tutuklanmasına son verilmesi ön şart. Bazı işadamları AKP’nin sıkıştığını bu adımı atabileceğini, yeniden AB hedefinin canlanma ihtimali bulunduğunu söylüyor. Buna karşılık özellikle MHP’nin seçim desteği ve son Afrin harekatının AB ile yakınlaşmayı sağlayacak adımların atılmasını iyice zorlaştırdığı yorumunu yapan sayısı ise daha fazla. Özetle; Türkiye siyasi ve ekonomik olarak hiç olmadığı kadar riskli bir döneme girdi, çıpasız kalan geminin güçlenen akıntıya kapılma ihtimali artıyor.
Paylaş