Paylaş
Son dönemde artan ve artık kasıtlı olarak şişirildiğini gözlediğim aşırı iyimserliğin özellikle temkini eden bırakacak yatırımcılara büyük faturalar çıkarma ihtimalinin unutulmaması gerekir.
Beklenti yönetimi her zaman ekonomi yönetiminin başvurduğu bir yöntemdir. Beklentilerin altı dolu olduğu takdirde, gidişata yarar sağlayabilir. Ancak daha önce de gördüğümüz gibi; somut dayanaklardan yoksun sadece beklenti yönlendirilirse, beklentiler gerçekleşmediği takdirde yaşanan hayal kırıklığı çok daha büyük oluyor.
Bakanlar sürekli olarak yeni teşvikler açıklıyor, ekonominin ne kadar iyi olduğundan ve olacağından söz ediyorlar. Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek bile daha önce konuşmalarında risklere değinirken, artık bunu bıraktı. Şimşek, enflasyonun tek haneye inmesi, cari açığın azaltılması, işsizliğin düşürülmesinde çok daha iddialı demeçler vermeye başladı. Son olarak Hazine borçlanmasında yetersiz kalan talebi bile, “rahatlatmak için bilerek piyasada para bıraktık” gibi, aslında enflasyonist bir yöntemi savunarak anlatmaya çalıştığına şahit olduk.
Diğer bakanlar da demeç yarışına girdiler, neredeyse iki güne bir, spesifik ya da genel konularda pembe sayılabilecek tablolar çizerek, gazete ve TV’lerde sürekli yer alıyorlar. Danışmanlar abartılı kelimelerle pembe tablolar çiziyorlar.
Son günlerde bu demeçlerine dayanak olarak Almanya ve AB ile ısınan ilişkileri, ABD ile ilişkilerdeki düzelmeyi alıyorlar. Ancak tüm bunları da yine sanki her şey hallolmuş, tüm sorunlar çözülmüş gibi anlatıyorlar.
Son dönemde dört bir koldan ekonomik beklentileri şişirme telaşının altında yatan amaç nedir, söylendiği gibi 15 Temmuz’da baskın bir seçim mi planlanıyor bunu bilemiyoruz ama olağan dışı bir çaba olduğu açık.
GERÇEKLER FARKLIYSA
Halbuki hem siyasi hem ekonomik olarak örneğin 3 ay öncesinden bir fark yok. Bölgedeki karışıklık devam ediyor, yine ABD ile ilişkiler eskisinden çok farklı değil. AB ile ilişkilerde gözden kaçırılan ise AB’ye üyelikten artık söz etmiyoruz, ilişkiler sadece AB ülkelerinin ekonomik çıkarları doğrultusunda gelişiyor, gümrük birliği yenilenmesi talebimiz bile kabul görmüyor.
İç siyasette eski dönemlerin milliyetçi ittifakları yeniden gündeme geliyor. Yani demokrasi, insan hakları, basın özgürlüğü, olağanüstü halin kalkması, iç barışın yeniden kurulması konularında umutların azaldığı bir dönem sayılabilir.
Ekonomide ise istikrarı tehdit eden makro dengeler artık görünür olmaya başladı. Yüksek büyüme oranı ortaya çıkarken, cari açığın milli gelire oranı yeniden yüzde 5.5’lik tehlike sınırına geldi. İşsizlik, stajyer alımları ve devlet destekli tartışmalı istihdam yöntemleriyle, kağıt üzerinde azaltılmaya çalışılıyor.
Her gün yeni teşvik açıklanıyor ama istenen yabancı sermaye, fahiş kar imkanı veren olası birkaç yatırım hariç, Türkiye’ye artık gelmiyor.
Enflasyonun yeniden tek haneye inmesi bu gelişmelerle artık çok daha zor.
İşte bu nedenle Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF) Arjantin ve Türkiye’nin zayıf halka olduğunu, yüksek devalüasyonlara rağmen Arjantin pesosu ve TL’nin büyüyen cari açığa karşı korumasız, yani hala değerli olabileceğini söyledi.
Özetle; ekonomik gerçekler ortada iken, bu gerçekleri ancak kısa süreler için farklıymış gibi gösterebilirsiniz. Sonunda bu gerçekler ortaya çıktığında ise göremediğiniz dönemin bedeli de faturaya eklenir.
Paylaş