Paylaş
Geçenlerde televizyonda üç kuşak davulculuk yapan bir ailenin küçük bireyinin davul çalması çok hoşuma gitti.
Davulcuların mânilerini çok severim.
Âmil Çelebioğlu’nun hazırladığı ‘Ramazan-Nâme’yi okurken, eski ramazanları hatırladım. Onlara dair kitapları belleğimden geçirdim.
Önsözde mânilerle, kitapla ilgili bilgileri okuyoruz.
Önsöz’ü Müellife Dair, Esere Dair yazıları izlemektedir.
Yazılanlardan, eserin Emir Mustafa’ya ait olduğu yargısına varıyor Çelebioğlu.
Bir mânisinden “İstanbullu olduğu anlaşılmaktadır” deniliyor:
“Kervanda boru çalınır
Gelen yükten baç alınır
İstanbulumuzda bizim
Her ne istersen bulunur”.
Çelebioğlu’nun Esere Dair yazısından bir bölümü okuyalım:
Ramazan-Nâme’deki fikirlere ve söylenilen özelliklere herhalde itimat edebiliriz.
Yani dini, tarihi, içtimai bakımlardan gerçekle çatışan bir taraf yoktur denebilir.
Bu eserin mevzuunun zenginliği, sadece fihrist’e şöyle bir bakmakla da hemen görülebilir.
Umumiyetle İstanbul’un semt, hamam, mesireleri vs gibi özellikleri işlenmekle beraber renklerden, mesleklerden, hayvanlardan, meyve ve tatlılardan bahsedildiği gibi başka şehir ve ülkelere ve hususiyetlerine de temas olunur.
İftar ve sahurda söylenen bir mani:
*
Akşam ezanı dinlemek
Sahûr vakti yemek yemek
Ramazana mahsus şeydir
Gece davulcu söylemek
*
Duâlar okur dilleri
Vakt-i sahûr bülbülleri
Hâk-i pâye yüzler sürüp
Geldi davulcu kulları
*
Bekçi mânilerde züğürtlükten, yoksulluktan şikâyet eder:
*
Gezdiği yerleri bilmez
Çeşminin yaşını silmez
Bekçiniz dâimâ ağlar
Züğürtlükten yüzü gülmez
*
Bekçi mülûkâne bakar
Göz açıp cihana bakar
On bir ayda işi havâ
Hemen ramazâna bakar
*
İstanbul’a dair tarihi bir çok bilgi verir.
Paylaş