Paylaş
Gündüzün cilaları akşam silinir, yaldızları dökülür, makyajsız yüzü ortaya çıkar.
Hele İstanbul gibi, Tevfik Fikret’in vurgulamasıyla bin kocadan artakalan şehrin tarihi de birden kendini hatırlatır.
Saffet Emre Tonguç’un “İstanbul ve Gece”* kitabındaki fotoğraflardan iz sürerek anılarımı, tespitlerimi tazeledim.
İstanbul’a dair övgüler genellikle gündüz ışığında yapılır. Oysa Bilge Karasu’nun “Gece”sinde dediği gibi, karanlık her şeyi örter, göreni aldatabilir.
Eski Beyoğlu’nu anlatanlar, İstiklal Caddesi’nin paralelindeki batakhaneleri, genelevleri pek anlatmazlar. Çünkü gece orada egemenliğini sürdürür, Baudelaire’i anarak değinelim, gece bu şehri zarflar, sabah yeniden açar.
Albümün girişinde Tonguç’un bir cümlesi, hepimizin katıldığı ortak bir yargı:
“Gecenin tuhaf bir büyüsü var. Çirkinlikleri örten, daha çok düşündüren, eskilere götüren, geleceği hayal ettiren bir yanı...”
Ayasofya ile Sultanahmet Camisi’nin ışıkları, İstanbul’un çok dinli, çok inançlı bileşimini aydınlatıyor.
Müzik Festivali günlerinde Aya İrini’nin gecesi bir başka İstanbul’u gösteriyor.
Ayasofya’yı kaybettiklerinden sonraki ağıtlarını üç CD’de toplamışlar, dinledim. Şimdi ışıklandırma ile camiler daha da görkemlerini ortaya koyuyorlar.
Topkapı Sarayı’nın avlusunda birçok kez Mozart’ın ‘Saraydan Kız Kaçırma’ operasını seyrettim.
Osmanlı’yı, Bizans’ı, Cumhuriyet’i yaşayan İstanbul’un camileri, kiliseleri, türbeleri uhrevi dünyanın İstanbul’da nasıl da tezahür ettiğinin simgeleridir. Bir rehberin tanıtım litesinde mutlaka bu yapılar bulunmalıdır.
Pertevniyal Valide Sultan Camisi’nin yanında yıllarca okudum.
Cibali Tütün Fabrikası, yalnız ekonomimizde yeri olan bir yapı değil, edebiyata da sızmış. Şimdi Kadir Has Üniversitesi.
***
KIZGIN güneşte başka, geceleyin başka duygular aşılayan surlar.
Alain Robbe-Grillet’nin filmi surların görüntüsü ile başlıyor, Müzeyyen Senar’ın söylediği bir şarkı ona eşlik ediyordu:
“Oy farfara farfara
Ateş düştü şalvara”.
İstanbul oralarda yaşıyor, bir yabancı da oraları merak ediyor.
Fransız Cumhurbaşkanı Mitterrand da geldiğinde, Sultanahmet’te Yeşil Ev’de kalmak istemişti. Sur içi İstanbulluların bir semt belirlemesidir, hatta bir bölge.
Oryantalistlerin resimleriyle gece fotoğraflarını karşılaştırsak nasıl bir sonuç çıkar.
Sepetçiler Kasrı’nı, Sarayburnu’nu görün. Tarihini de şöyle bir gözden geçirin.
Divanyolu’ndan aşağıya inerken Alayköşkü’ne uğrayın, orası şimdi Ahmet Hamdi Tanpınar Müze Kütüphanesi.
Mısır Çarşısı, Kapalıçarşı. Gündüz kalabalığından sonra kapılar kapanınca, içerisi hüzünleniyor. Bedesten, bir başka insan tarihini anlatıyor.
Galata Köprüsü’nün bugünkü görünümüyle, eski yıllardakini karşılaştırın. Bir Ara Güler fotoğrafı bu değişimin öyküsünü söyler size.
Eski binalar şimdi aydınlatıldı. Gündüz bir başka gece bir başka görkem.
Galata Kulesi’ne bir kez çıktım, sıkıldım, önünde klasik müzik dinledim.
İstiklal Caddesi, adım atılmayacak kadar yoğun ama gene de eski Cadde-i Kebir’i görmeniz gerekir.
Artık arka sokak batakhaneleri yok.
Aya Triada Kilisesi’nin avlusuna bakan bir evde oturdum.
Gökdelenlerin gündüz çirkinliğini gecenin ışıkları örtüyor.
Boğaz’ın Avrupa yakasının gecesi izlenebilir.
Dolmabahçe Sarayı, saat kulesi içinde yaşayanlarla dikkat çekici bir mekân. Köprüler ve hisarlar da geceleri seyrediliyor.
Boğaz’ın Anadolu yakası da Tonguç’un kitabına yansıyor.
Işıklı İstanbul’un sayfalarını çevirirken, ışıksız, solgun İstanbul’un bazı semtlerini de hatırladım.
Haydarpaşa’dan kalkan trenin penceresinden gördüğüm istasyonlarda tek bir ampul yanardı.
Eski İstanbul romanlarında elde lamba komşu ziyaretleri tarihe ışık tutuyor.
Işıklandırmanın bir zanaat/sanat olduğunu belirtmek gerek.
***
GECESİ başka gündüzü başka İstanbul’un güzelliğini sunan bir kitap. Buna baktığınızda mutlaka gezmek isteyeceksiniz.
(*) İstanbul ve Gece, Saffet Emre Tonguç, Boyut Yayınları
Paylaş