Paylaş
Sık sık tekrarlanan bu konuda ne kadar yol aldık, rakamlar ortaya konulur, yorumlar yapılır.
Tek tek yazarlarımızın kitapları yurtdışında yayımlanıyor ama bir Türk edebiyatı bütünlüğünden söz edilebilir mi, buna evet diyemiyorum.
Türk yazarlarının yurtdışında yayınlanması için Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın kurduğu TEDA’nın seçici kurulunda üç yıla yakın çalıştım. Kurulun başkanlığını Prof. Dr. Mustafa İsen yapıyordu, rahmetli Talât S. Halman da jürideydi. Bakanlığın vereceği katkının nerede kullanılacağını anlaşma yapılan yayınevi tayin ediyordu.
Zaten katkı için yapılan başvuruda bir yayınevi ile anlaşma yapılma koşulu vardı.
Türk edebiyatının yurtdışına açılması için bir fırsat da Frankfurt Kitap Fuarı’na Onur Konuğu seçilmemizdi.
Bu seçimin ne derece yararlı olduğunu, sonuçlarını, rakamlarla değerlendirmek pek mümkün değil.
İyi niyetle de olsa, yazar derneklerinin herkesi çağırma girişimi, yazarların tanınmasını önledi. O kadar çok kişiye dikkat yöneltilmesi mümkün değildi.
Orhan Pamuk’un Nobel Edebiyat Ödülü alması, Türk edebiyatının diğer adlarının da aranmasını sağladı mı?
Bilemiyorum.
Oysa önemli bir örneğe değineceğim.
Gabriel Garcia Marquez’in ‘Yüz Yıllık Yalnızlık’ romanı yayımlandığında, bütün dünya yayıncıları, edebiyat çevreleri Latin Amerika’nın diğer yazarlarını da kendi dillerine çevirmeye başlamışlar.
Türk edebiyatı için bu ölçü tam geçerli değil.
Çünkü daha önce başka yazarları da Nobel kazanmışlardı.
Anımsayalım:
Pablo Neruda, Miguel Angel Asturias, Mario Vargas Llosa, Octavio Paz.
Etkinin tarihi bize göre çok uzun.
DERGİDE Can Semercioğlu’nun yazısının başındaki spot durumun gerçekçi bir saptaması:
“Özellikle son beş yılda, uluslararası yayıncıların Türk edebiyatının klasik ve çağdaş eserlerine yönelik ilgisi artmış durumda. Uluslararası okur, Türk edebiyatıyla daha çok haşır neşir olmaya başladı. En azından merak unsuru hareketlenmiş durumda.
Yine de genel kanı, ‘popüler istisna’ları bir kenara bıraktığımızda, edebiyatımızın yurtdışı yolculuğunun istenen, arzu edilen parlaklıkta olmadığı yönünde.”
Bu saptamanın ardından bir dizi soru geliyor, onların yanıtını kesin bir dille vermek mümkün değil.
Yurtdışında bizim edebiyatımızı tanıtan bir kitap yok. Yabancı bir okur, tek tek okuduğu Türk yazarlarının, bu edebiyatın bütünü içinde yeri nedir sorusunun karşılığını bulamıyor. Bu da seçimde güvensizlik yaratıyor.
Dikkatimi çeken bir husus da her yazarın her ülkede aynı ilgiyi görmemesi. Oranın okurunun da yargısı, tanınmayı, satışı belirliyor.
Bizim övdüğümüz bazı yazarlar onların edebi anlayışıyla uyuşmadığından mıdır, yoksa tanıtım zafiyeti midir, araştırmak lazım.
Bir alıntı bu görüşü doğruluyor:
“Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ının İngilizcede hem satış hem de imaj bakımından neredeyse hiç ilgi görmemesi ilginç.”
Dosyanın önemli bir bölümünün başlığı da şöyle:
‘Öteki’ Toprakları ‘Yuvaya’ Taşıyan Edebiyatçılarımız.
Bunlardan bir özel kitaplık yapılabilir.
YURTDIŞINA açılma konusu yeniden tartışılmalı. Bir kitabın nitelikli olması konusunda elbet bunun bir ölçüt olmadığını da unutmayalım.
Paylaş