Paylaş
İsrail olmayan doğal kaynaklarına, savaşlar ile dolu türbülanslı geçmişine rağmen teknolojide çok başarılı olmayı başardı. 8,4 milyonluk ufak nüfusuna rağmen kendisini “Girişimci Ulus” olarak tanımladı ve marka olmayı başardı – İsrail, Amerika ve Çin’den sonra NASDAQ borsasında en çok şirketi olan ülke. 2015 yılında ülkenin teknoloji ihracatı 12 milyar doları geçti.
Peki İsrail bunları nasıl başardı?
İsrail’in etrafındaki kısıtlamalar aslında başarısında önemli rol oynuyor. Çevresi ile savaş içinde olduğu dönemde savaş teknolojilerine yatırım yaptı - özellikle siber güvenlik. Savaş bittikten sonra ordunun bu elit okullarından çıkan ve gerçek savaş ve siber güvenlik uygulaması yapmış mezunları ise kendilerine yeni bir girişim dünyası yarattı. Ekosistemin içinden olan insanların kimine göre doğru zaman doğru yer -yani savaş sonrası boşta kalan eğitimli insanlar- en büyük sebepti ama İsrail devletinin bilim odaklı stratejisi ve sorumluluk alan yaklaşımı önemli rol oynadı. Devletin polisi “neutrality” oldu, yani kazananları seçen veya karan veren değil, pazarın taleplerine ve işaretlerine cevap veren oldu. Politikaları ve kuralları belirleyenler, pazarı sürekli inceleyip ekosistemin ihtiyaçlarını anlamaya çalıştılar ve özel sektörün yatırım yapmadığı en riskli sektörlere yatırım yaptılar.
Ekosistemin öne çıkan yönleri
Derin teknolojiye odaklanma: İsrail limitli doğal kaynaklara sahip, ancak içinde bulunduğu savaş sonrası birçok yüksek kalitede insan gücü oluştu. Bu durumu ikinci dünya savaşı sonrasında endüstriyel devrimi hızla yakalayabilen Almanya’ya benzetebiliriz. Bayer, Volkswagen ve Siemens gibi Fortune 500’deki dünya devi markalar savaş sonrası ortaya çıktı.
Tabii savaşın ortaya çıkardığı kötü koşulları nasıl değerlendirildiği önemli. Benzer örnekler Japonya, ABD ve Avrupa ülkelerinin bazıları için de geçerli. Asıl soru bu değerleri ekonomik olarak büyümek için nasıl mobilize edebileceğini bulmaktan geçiyor. İsrail’in neleri iyi yaptığına göz atalım:
Yetenek geliştirme:
1993 yılında “Magnet Programı” adıyla endüstri ve akademi ile genel ve rekabetçi olabilecek teknoloji geliştirmeleri için ortak bir konsorsiyum kurdu. Bu konsorsiyum birkaç yıllık ArGe projelerine hibe sağladı.
1991 yılında teknoloji inkübasyon programı kuruldu, her ne kadar yetenekli insan var demiş olsam da aslında gerekli yetenek için kıtlık çekiyorlardı. Bunun için o zaman Sovyetlerden başarılı girişimci olmalarını sağlamak için göçmen programı başlatıldı. Bugüne kadar bu programdan çıkan girişimcilerine 2.5 milyar yatırım yapıldı.
Yatırım mekanizmaları: 1992 yılında Venture Capital pazarına kıvılcım olması için Yozma (İbranice “girişim” anlamı taşıyor) kuruldu. İsrail şirketleri teknolojide iyiydi ancak yönetim deneyimleri ve becerileri yoktu. Yozma ile 10 girişim sermayesi kuruldu ve bunların yüzde 40’lık kısmı program tarafından geri kalanı da risk garantisi verilmesiyle çekilen yatırımcılarla sağlandı.
Telaviv’in global olarak bağlantılı hale getirilmesi: İsrail tüm dünyada inovasyon alanında bu kadar sık geçmesinin en önemli nedenlerinden biri çok iyi uygulanmış diğer ekosistemlerle entegrasyonu. Neredeyse tüm İsrailli girişimler ilk günden global pazarları hedefleyerek kuruluyor, Yüzde 69 Amerika ve İngiltere’ye “leap frog” ederek açılıyor. Oluşan başarı hikayeleri diğerlerini de sürüklüyor. Diğer taraftan da devlet diğer ülkelerden İsrail ekosistemini desteklemesi için girişimcileri çekiyor.
İsrail’den alınabilecek çok ders var. Güçlü yönlerimizi kullanmalı, globalde farklılık yaratacak derin teknolojilere odaklanmalı, yönetim deneyimi olmayan girişimlerimize hem akıl hem de para ile yardım edebilecek girişim sermayesini geliştirmeli ve global ekosisteme entegre olmalıyız.
Paylaş