Paylaş
Depremleri önlemek mümkün değil. Büyük bir depremin ne zaman, nerede ve ne kadar büyük olacağını kesin olarak bilmek de imkânsız.
RAKAMLAR KORKUNÇ
Ancak, Türkiye’de halkın üçte ikisinin deprem kuşağında yaşadığını, son 100 yılda yaşanan 6’dan büyük şiddette 56 depremde 100 bin kişinin öldüğünü biliyoruz. Nerede, ne büyüklükte bir deprem olursa nasıl bir sonuç doğacağını da biliyoruz. Örneğin, devletimiz, İstanbul’da 7 büyüklüğünde bir deprem yaşanırsa, kaç kişinin hayati riskle karşılaşacağını resmi olarak hesaplamış, rakama dökmüş. O ürkütücü rakamı buraya yazmaya bile cesaret edemedim. Devletimiz, bununla da yetinmemiş. Türkiye’de depreme dayanıksız konut sayısının 7 milyon olduğunu, deprem riskine karşı dönüştürülmesi gereken konut sayısının 14 milyonu bulacağını, bu dönüşüm için de 500 milyar lira gerekeceğini hesaplamış.
AKDAĞ’IN ÜÇ YILLIK PLANI
Deprem koordinasyonundan artık Başbakan Yardımcısı Recep Akdağ sorumlu. Kendisi ile önceki gece telefonla görüştük. Saat oldukça geçti ama hâlâ çalışıyordu.
Türkiye’nin sağlık sistemindeki büyük dönüşümü gerçekleştirmiş bir ismin, benzer bir sınavı deprem konusunda da vereceği konusunda iyimserim.
Söze ilginç bir ayrıntı vererek başladı. İlk defa duyuyordum.
Türkiye’de bugüne dek gerçekleşen doğal afetlerde (sel, deprem, toprak kayması gibi) ölenlerin yüzde 97’si depremlerde ölmüş. Yani, “doğal afet” sözcüğünü duyduğumuzda birçok olay aklımıza geliyor ama en büyük yıkım ve can kaybı depremlerde yaşanmış.
Akdağ, kurulmaya çalışılan üç ayaklı bir sistemin gelecek üç yıl içinde tamamlanmasının önemine dikkat çekiyordu.
- İlk ayak, yaşadığımız yerlerin depreme dayanıklı hale getirilmesi.
- İkinci ayak, bir deprem sırasında yapılması gerekenlerin öğrenilmesi. (Hatırlayın, 18 yıl önce yaşanan trajik depremden sonra devlet de vatandaş da ne yapacağını bilemez haldeydi. Altyapı çökmüştü. Kriz yönetilemiyordu. Herkes el yordamıyla başının çaresine bakmaya çalışıyordu.)
- Üçüncü ayak ise yıkım yaşanan depremlerden sonra yaraların sarılması, yeni yerleşim yerlerinin oluşturulmasıydı.
BİR BİNANIN KOLONLARI GİBİ
Bu üç ayağı, bir binanın kolonlarına benzetin. Eğer herhangi biri sağlam olmazsa, en ufak bir sarsıntıda çöker ve diğer iki ayak ne kadar sağlam olursa olsun, dayanıksız bina gibi, o sistem de çöker.
Önce ikinci ayak konusunda yiğidin hakkını teslim edelim. Sadece Suriyeli göçmenler ile uğraşıyor görünseler de AFAD, Kızılay ve bazı sivil toplum kuruluşları olası bir depremde yapılması gerekenler konusunda hayli uzmanlaşmış ve hazırlanmış vaziyette.
Ancak aynı iyimserliği depreme ve deprem sonrasına hazırlık konusunda sergilemek zor. Orta vadede yedi, uzun vadede 14 milyon sorunlu konutun dönüşmesi gerekiyor ama dönüşümle ilgili, özellikle de İstanbul’da ‘Deprem için mi rant için mi’ gibi ciddi soru işaretleri var. “Maliyeti karşılamak” gerekçesi ile dönüştürülen binalara, ek gelir getirici katlar eklenmesi, emsallerin arttırılması bu soru işaretlerini haklı çıkarır nitelikte. Oysa, bu ülkenin vatandaşları 1999 depreminden sonra beş kalem tek seferlik, iki kalem de geçici süreli vergiler ödediler. 2003 yılına dek 8 milyar lira toplandı. Deprem için ‘geçici’ olarak konulmasına karşın 2004’ten itibaren kalıcı hale gelen iletişim vergileriyle de 45 milyar lira vatandaşın cebinden çıkıp devletin cebine girdi.
17 Ağustos 1999 depreminden sonra günlerce kaldığım Marmara Bölgesi’nde en çok yıkıntılara doğru söylenen “Sesimi duyan var mı” cümlesini duymuştum.
Şimdi sormamız gereken soru ise “Sarsıntıya hazır mısınız” olmalı.
Paylaş